15 Aralık 2016 Perşembe

KIŞ SEYRİ..

KIŞ SEYRİ..


Antik Yunan 'da doğa olaylarını kişileştirmesi ve tanrılaştırması, onları anlayabilmek için miydi acaba?

 Poseidon 'dan önce deniz tanrısı olarak anılan , Homeros'un  "deniz ihtiyarı " diye adlandırdığı Proteus, , şekilden şekle girebilmesi ile, denizin her an değişebilen yanını, kestirilemez tabiatını temsil edermiş.

Denizin altında , Ege denizinde Euboea (Eğriboz ) adasın açıklarında yaşadığına inanılan Poseidon, Deniz atlarının çektiği bir savaş arabasını sürüyormuş  , ve O'nun geçeceği denizler önceden çarşaf gibi dümdüz ve kıpırtısız oluyormuş.


İşte bugün, binlerce yıllık geçmişi olan ancak o geçmişten eser kalmamış , Küçükyalı, Kalamış arasındaki deniz kıyısından Poseidon 'un  uğramayacağı bugün çok açıktı. Tam tersine bugün buralarda " kancık " Proteus dolanıp durmaktaydı.

En son, Mustafa abi, Ahmet ve ben , sert hava seyri yaptığımızda , Mustafa abinin dümende Tayo Mar 'ı nasıl da kendi haline bırakıp , seyir yaptığını hayranlıkla ve dikkatlice izlemiştim.
Tayo Mar , o seyirde Kalamış'a doğru orsa seyri ile yol alırken , O'nu tamamen özgür bırakmıştı. Tekne , belli bir süre rüzgar üstüne dönüp, dengeye ulaşmış ve neredeyse hiç bir müdahaleye gerek duymaksızın yürümeye devam etmişti. Bu kadar sert havada neredeyse hiç dümen tutmadan ya da dümene yük bindirmeden seyir yapmıştık.

Ve işte gün bu gündü , Bu seyirden daha sert bir havada ben de teknemi böyle kullanabilecek miydim? sağanaklarda 30 knot esen bir havada ,nereden biliyorsun diyeceksiniz... sende rüzgar ölçer yok ki.. 30 knot ve üstünde çan kendi kendine çalmaya başlıyor, oradan biliyorum.

Sadece ana yelken , ikinci camadan da ve trinket açık halde seyir başladı. Önceleri kendim dümen tutmaktaydım ve Tayo Mar 15 derece yatmış, Dar apaz seyir halinde idi. 

Sağanaklarda biraz daha yatıyor , sonra tekrar düzeliyor yani 15 dereceye geri geliyordu.
Dümende neredeyse hiç yük yoktu ve ben , artık kendini hissettiren Kış ile ara ara yüzünü gösterip "daha bitmedi" diyen sonbahar güneşinin iliklerimi ısıttığı bir tuhaf ruh hali ile seyir yapmaya devam ettim. Bir ara durum öyle bir hal aldı ki , böyle bir havada kontrolü bırakıp, kendime kahve yapıp, geri geldim ve havuzluğa uzandım. Kalamış a yaklaştığımızda , her zaman olduğu gibi rüzgar daha kuzeye döndü ve neredeyse tam kafadan esmeye başladı. Bunu bilen ve bu işlere ilk başladığımda bir türlü yelken ile marinaya dönemeyen ben, artık bir miktar tecrübelendiğimden, Küçükyalı koyunun içinde doğru girmiş idim.

Kafayı açıp, Tayo Mar 'ı öreke taşının tam üzerine gelecek şekilde döndürdüm. Orsa gidebilmek için ise artık floğu açmak gerekiyordu. İşte sınama anı gelip çatmıştı. Mustafa abi ve Ahmet ile seyir yaparken benzer durumda floğu açmış ve seyre istediğimiz hızda devam etmiştik. İlaveten beş derecelik bir yatma meydana gelmişti. Oysa şimdi hava daha sertti ve ben tek başımaydım.

Böyle arar verme anlarında neden se hep rüzgarın hızı artıyor ya da bana öyle geliyor. Kayak yapanlar bilir, hani bir tepenin başına gelir, eğimi tartarsınız ya. Hani gözünüze çok dik geldiği olur. Kaysam mı ,kaymasam mı diye düşünürsünüz. Sonra  bir anda fırlarsınız ve adrenalin tavan yapar ya.. Buda öyle bir durum işte. açsam mı , açmasam mı..? Ya daha çok bayılırsa ? ya kontrol edemez isem.. ?Çünkü artık dalga da var.. Manyak mısın Ersin ne acelen var ..? gidiyorsun ya böyle mis gibi..

Ve , serbest kalan furling tamburu hızla döner , floktan "paaat " diye ses gelir. Trinket, floku görmemi engellediğinden bu paaat sesi çok önemlidir benim için , flokun trimi tamam yani.. içi rüzgarla doldu demek.. Bu paat sesi ile birlikte gözüm biraz kısılır, dişlerimi sıkarım. Aynı zamanda bir alarmdır çünkü.. Tayo Mar , iyice bayılır , küpeşte suya iyice yaklaşır ve denizlerin küpeştenin hemen kenarından nasıl aktığını görürüm.
.
Şimdi Tayo MAr , hızla kıyıdan uzaklaşıp yol almaya başladı.. Rüzgar bindirdikçe bindiriyor. Ama olsun bu sefer daha stabil.. Öreke kayasının açığın kadar böyle yol alıyoruz. Vee Moda koyundan kopup gelen rüzgar küpeşteyi suya öptürüyor. Atık böyle devam etmek mümkün değil. Yelken küçültme vakti. Çan deli gibi çalıyor..

Böyle durumlarda ben rüzgar üstüne dönmek yerine , rüzgar altına Pupa seyrine geçiyorum. Bu şekilde Tayo Mar da flok ve trinketi toplamak daha kolay oluyor. Ana yelken gölgesinde kalan her iki yelken de resmen balon gibi sönüyor çünkü. Yaptığım makara sistemi ile her ikisini de rahatlıkla havuzluktan toplayıveriyorum. Tek başına kalan ana yelken , Tayo MAr 'ı hızla rüzgar üstüne çevirecek ..

Bir iki saniye bekliyorum. Yelkenin bumbası havuzluğa doğru dönmeye  başlarken salıveriyorum sereni .. Hooop, o da anında aşağıda..

 Seren , özellikle böyle sert havalarda yelken toplarken çok rahat ettiriyor adamı. ağırlığı ile düşüveriyor aşağı yelken ile birlikte. Yelkeni hemen iki yanından bağlıyorum. Torbalanıp, şişmesin diye. Şimdi artık 14 beygir makine devrede.. Doğru mazot iskelesine..
Kalamış marinada kuytudaki mazot iskelesi bile esiyor. Eskiden olduğu gibi pompacıya bir ıslık.. Telsizin çalışmadığı zamanlarda palamar isterken de kulenin yanından geçerken ıslık çalardım. Palamarlar alışmıştı artık.. Hey gidi günler.. O dönem eşşek kadar yere palamar sız yanaşamıyormuşum demek.

Pompacı önce kıç halatı veriyor. Ayıp ama.. İnsan biraz denizcilik öğrenir. Kızıyorum. Rüzgar kafadan esiyor baş halatı ver önce diye söyleniyorum. Oysa aynı ben birazdan bahçe hortumundan bana su versin diye nasıl da kibar olacağım. Demek diyorum kendi kendime, istersen kibar olabiliyorsun.

Mazot 125 TL . Depo hayli boşalmış.. Biraz soluklanıyorum. Bu arada Zello da en nihayet Orhan abi ile temas sağlandı. Orhan abi olabilecek en kötü havada yukarı tırmanıyor. İyi seyirler diyoruz hep beraber. Can hocanın çok yakınında Tirilya. Ancak Orhan abi girmiyor Sığacığa yola devam ediyor. Sanırım o an Orhan abiyi en iyi ben anladım. Denizde bir ben varmışım hissine kapılıyorum.

Çıkışta bakıyorum hava 30 'u geçmiş. Kuru direk 5 derece yatıyor Tayo Mar. Karşıda bir yarış teknesi antrenman yapıyor belli. Neredeyse salması gözükecek. O kadar yatmış. Bakıyorum yelken küçültüyor. O da.. Karşıdan bir tekne daha geliyor.. Sadece cenovası açık.. Off Allahım.. neden açmazlar şu ana yelkeni..

Yarış teknesi , yelkenleri küçültünce doğrulup, yol almaya başlıyor.  Karşımdaki de biraz önce benim yediğim tokadı Moda koyuna girişte yiyiverince , O da cenovayı küçültmeye balışıyor. Rüzgar üstüne dönüp, cenovasını küçültüyor. Sonrasında bakıyor olacak gibi değil tamamen kapatıyor.

Ben avantajlıyım. Ben de yelkenler küçük. Bunlar yelken küçültürken ben trinketi tamamen basıveriyorum. Şu havuzluktan trinketi açma kapama işi çok iyi oldu valla. Aklımı seveyim.  Modern yelkenliler yelken küçültürken /kapatırken yelken basıyor olmak hoş bir duygu. Ee.. her havada basacak bir yelken var bizde..

Moda koyundan çıkınca , hav kalıyor biraz. Çan ara ara çalıyor ama hala.. Gevşeme diyor.. Hava hala sert .. Tayo Mar, sadece trinket ile 2,5 3knot hız ile Küçükyalı'ya doğru yol alıyor.
Aslında şimdi bocurum zamanı. Onun da düzeneğini yeni kurdum malum. Hemen açıveririm aslında.. Üstelik sivriden dönerken denedim , gayet başarılı. Ama bir güne bu kadar adrenalin yeter. Aslında açacaktım da telefondan Hakan'ın sesi geliyor .

"Ersin , ben arabaya giderken üşüdüm ,ne işin var denizde.. ? "

Görse, hepten üşüyecek. Üzerimde  yağmurluk, altımda mayo, ayaklar çıplak.
Vazgeçiyorum.. Yoruldum.. Bir kahve daha.. Kamaraya iniyorum, ohh kamara sıcak geliyor bir anda.. Üşümüş müyüm ne.. ?

Sallana sallana devam ediyorum yola. Karşımda iki sörfçü bu havada sörf yapıyorlar. Tek manyak ben değilim demek ki. Bir ara birisi düşüyor. Baya bir suda kalıyor. Telaşlanıyorum. Sonra bakıyorum , borda tırmanıyor. Bordun üzerinde bir süre yatıyor. Soluklanıyor anlaşılan. Bilirim bu durumu. O tahta yataktan yumuşak gelir adama. Bir hey gidi günler de sörfçüye.. Sonra alıp yelkenini çıkıyor menzilden.

acaba diyorum, emekli sörfçü olduğumdan mıdır nedir. Yalnız seyir korkutmuyor beni.. Ya da başkalarına göre daha az korkutuyor.

Küçük Yalı önlerinde rüzgar yine sertledi. Çan yine çalıyor. ancak deminki gibi şiddetli değil.. Küçük Yalı ya doğru 10 derece dönüyorum. Tam barınağın girişine. Tayo Mar biraz daha hızlanıyor. Hızlanıyor derken yarım milcik daha. Olsun.. yarım mil yarım mildir. Hoşuma gidiyor.
Barınağa giriyorum. Mahir Abi hala yok.. Ohh rahat rahat baştan kara yapıp, bağlanıyorum. Tümay çok iyi yere tonoz atmış.. Tonozu voltalıyorum.

Havuzluk savaş alnı gibi olmuş bu arda.. Her yer her yerde.. Şu denizcilik terimleri de komik aslında.. “ Havuzluğu neta et..” dedin mi tek kelime ile yapılacak kaç iş var. Balançinayı kas, pupa çarmıhlarını ger.. fazlasını voltala, ana yelken ıskotasını roda et. Serenin makarasını çöz. Daha neler neler.. Öööff .. kim uğraşacak şimdi.. Seriliyorum havuzluğa.

Yemek sonrası annem yorgun olduğunda sofrayı kaldırıp, bulaşıkları yıkamak çok zor gelirdi kadıncağıza.. “ yoknaazz gel şu sofrayı kaldır bulaşıkları yıka “ diye seslenirdi öyle..
Zihnimden “ Yoknaaaz , gel şu havuzluğu neta et “ diye bağırıyorum. Yoknaz yıllardır olduğu gibi yok işte yine. Annem de ..


Güneş yine bulutların arkasında. Kış geldi. Tayo Mar, sezonu açılmıştır efendim.  Buradayız bekleriz.. 

Böke.

1 yorum:

  1. Güzel. Tanımlamalar, terimler hemen hepsi yerli yerinde...
    Tayo-Mar da senin kadar mutlu hissediyorum.

    YanıtlaSil