26 Kasım 2016 Cumartesi

Yelkenimin Yeli (Fragman) 2017 de Vizyonda

VE TEKNE SOBASI BİTTİ..

Açıkçası işin başında bu işin bu kadar meşakkatli olacağını bilseydim uğraşmaz, herkesin yaptığı gibi bir vebasto ya da çorum kaloriferi alıp işi bitirebilirdim.. Eh rahatsızız işte .. Yapacak bir şey yok.. 

Soba dedik ama öyle bildiğiniz sobalardan değil efendim bu.. Adı üzerinde tekne sobası.. Bir kere yeteri kadar büyük olmalı. Öyle çok yer kaplamayacak.  Sert havalarda seyir sırasında dahi yakılabilir olacak. Hiç kor , alev çıkmayacak. Isısı optimum da olacak. Öyle çok sıcak ta olmamalı ki dokunulduğunda ciddi sakatlıklara yol açmasın. 

Her şey yakılabilecek. Odun , Kömür, mazot..hatta benim favori yakıtım jel alkol namı diğer "reşo" :)  Ancak reşo işi diğer yakıtlardan daha dikkat gerektiriyor bilginize.. Çünkü alev hiç gözükmüyor neredeyse yanarken.. 

Kül, is derdi olmayacak.. duman sızdırmayacak. Yeri geldiğinde geleneksel olarak sucuk pişirebilecek. ama tekneyi kokutmayacak. Üzerinde çay da demlenecek.. 

Hal böyle olunca kolay olmuyor böyle soba yapmak.. Bir de Tayo Mar 'a yakışıyor olacak. Bu durumda sarı ve bakır olacak.. Tenekeden soba Tayo Mar 'a olmaz ne tekim.. Çok ciddi tartışmalar ,eleştiriler ve geyik muhabbetleri sonucunda sobayı iki gün önce monte ettim..

Buyrun efendim..  

Ersin Böke..



25 Kasım 2016 Cuma

DENİZCİLER İÇİN DİŞHEKİMLİĞİ

  Denizciler olarak bazen uzak mesafelere uzun seyahatler yapıyoruz.Bazen karayolu ile ulaşılamayan koylarda bağlanıp denizin ve doğanın tadını çıkarıyoruz.Kendimizin ve ekibimizin sağlığı yerindeyse sorun yok.Ama en ufak sağlık sorununda herkesin keyfi kaçar.Çözüm bulunmazsa tatil ve keyif biter.

  Bu yazımızda mesleğim gereği denizde diş problemleri ve yapılabilecek küçük pratik çözümleri basit temel bilgilerle anlatmaya çalışacağım.

                   SAĞLIKLI AĞIZ VE DİŞ
   Sağlıklı dişeti kanamaz.Aynaya baktığımızda dişetleri pembe,kanamayan,şiş ve mor olmayan yapıdaysa görünür dişeti probleminiz yoktur.


Diş etindeki yatay çekilmeler,köklerin az da olsa meydana çıkması  pembe,kanamayan ,şiş olmayan diş etlerine sahipseniz Başka bazı faktörleri de  düşünerek (Yaş,aşırı ve sert fırçalama...)normal kabul edilebilir .
   

Ancak dişlerinizi fırçaladığınızda  ya da birşey ısırdığınızda kanama,sürekli veya zaman zaman ağızda kötü tat ve koku hissediyorsanız probleminiz var demektir.


Dişlerin ağız içinde ilişkide olduğu çene kemikleri,dişetleri ve çevre komşulukları
(Dil,yutak,yanaklar,dudaklar,sinüsler,hatta gözler )diş problemlerinden etkilenir.



Basit gibi görünen diş problemi tatili,geziyi devam edilemez hale getirebilir demiştik. O halde ne yapmalıyız?

       UZUN YOLA ÇIKMADAN ÖNCE YAPILMASI GEREKENLER.
 Özellikle uzak yol denizcilerinin,yelkenli ile okyanus geçme planları yapan amatör denizcilerin yola çıkmadan önce yapması gerekenleri sıralayalım.
-İlkönce kapsamlı bir sağlık kontrolünden geçmeliler.Buna ağız ve diş sağlığı kontrolünü özellikle eklemeliler.

-Diş hekiminin etraflıca klinik muayenesi,şikayetlerin tamamının anlatılması önemlidir.Tüm ağız ve diş bölgesinin görüntülendiği panaromik röntgen çekilip incelenmesi problemli ve problem çıkarması mümkün dişlerin tespiti için gerekir.

-Bütün tespitler yapıldıktan sonra gerekli tedavileri yapmak,tedavi edilemeyecek olanları çekmek ve yerlerini tamamlamak gerekir.

 TEKNEDE BULUNMASI GEREKEN ACİL DİŞ MÜDAHALESİ İÇİN İLAÇ VE MALZEMELER

 Küçük bir kutu içinde geçici dolgu,yapıştırma maddesi(Sıvı+toz),ağrı giderici karanfil yağı içeren sıvı (Eugenol) Ucu pamuk veya elyaf kaplı küçük çubuklar,Steril edilerek paketlenmiş Dental ayna,sond,presel ve ağız spatülü.Bistüri sapı ve uçları.


Bu malzemeler ülkemizde de bulunmaktadır.
Yine steril şekilde paketlenmiş gazbez,tampon ve spançlar sayılabilir.

Alerjiniz olmadığını bildiğiniz geniş spektrumlu antibiyotik,Ağrı kesici ilaçlar.Klorhexidin içeren ağız antiseptiği teknede bulunmalıdır



DENİZDE KARŞILAŞILABİLECEK DENTAL PROBLEMLER
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

-Ani gelen diş ağrısı:
Bu durum genellikle yemek yerken ortaya çıkar.Sert birşey çürük olan dişi  yada zayıf bir dolguyu veya dolguyla birlikte dişi kırdığında oluşur. Ağzı çalkalayıp temizlemek durum tespiti yapmak gerekir.Ağrı kısa sürer.Boşluğun tamamen temizlenmesi ve geçici dolguyla kapatılması sorunu çoğunlukla çözer.

Bazen var olan çürük boşluğuna gıda artıkları dolar ve üzerine basınçla ısırıldığında da yine ağrı olur.Kürdan,fırça vs.ile boşluğun temizlenmesi ve küçük bir pamuk parçacığının eugenol'la çok az ıslatılıp çürük boşluğuna koyulması ağrıyı hafifletir.

Dişlerin çürüğe bağlı ağrılarında birkaç safha vardır.Sadece soğuk sıcak sızlaması etkenle karşılaşıldığında olur.Ağrı kesiciye gerek  olmaz.
Etkene bağlı olmadan başlayan nöbet gibi gelen bazen hafifleyen ama sürekli olan bir üst safhada soğuk uygulamak ağrıyı hafifletir ama tamamen geçirmez.Sıcak uygulaması ağrıyı çok arttırır.Bu sinirin yarı yarıya öldüğü safhanın sonrası bazen birkaç gün bazen birkaç hafta süresince ağrı kesilir.Bu ağrısız dönemden sonra
İltihaplı döneme geçilir.Ağrı,dişte uzama hissi,şişme görülür.Bu dönemde kesin olarak antibiyotik kullanılmalı şişlik ve ağrı çok ise ağrı gidericilerle birlikte soğuk tatbiki ağrıyı biraz hafifletir.  

-Dolgu düşmesi: Eğer boşluğu geçici dolguyla kapatabiliyorsanız en iyi çözümdür.Yapamıyorsanız.yeni dolgu yapılana kadar temiz tutmanız orayı daha dikkatli fırçalamanız doğru olur.

-Çarpma ya da düşme sonucu dişin yerinden köküyle çıkması:Bu maalesef çoğunlukla çocukların başına gelmektedir.
  En pratik yol dişi serum fizyolojik ile yıkamak ve çıktığı boşluğa nazikçe yerleştirmektir.Serum fizyolojik yoksa lens yıkama sıvısı kullanabilirsiniz.
Hiçbiri yoksa temiz bir suyla ovalamadan yıkamak ve dişin yerleştirileceği ağızda
dil altında  30 saniye bekletip yine çıktığı boşluğa nazikçe yerleştirmek gerekir.
Diş hekimine ulaşana kadar dişin üzerine fazla basınç gelmemesine dikkat edilmelidir.

-Çene eklemi ve çene kemiğinde olan kırıklar acil müdahale gerektirir.Kırığın fiksasyonu ve gerekiyorsa çenelerin birbirine bağlanması için bir sağlık kurumuna başvurmak gerekir.Çene kırığını anlamanın en basit yolu hasta ağzını düzgün kapatamaz.Dişler birbiri üzerine düzgün kapanamaz.


Denizciler için yazdığım bu basit açıklamalar umarım yararlı olur.

Sağlıklı ve keyifli seyirler dilerim.

ERKEK DÜNYASININ KORSAN KADINLARI

Öyle ya düşünsenize, 1600-1700'lü yıllar, Esirlerin haricinde gemiye kadın alınmadığı, gemide kadının uğursuzluk getireceğine inanıldığı bir dönem ve denizcilerin korkulu rüyası haline gelmiş kadın korsanlar.
Erkeklerin dünyasında ki ayrıcalıklardan yararlanmak adına, o dönemde bazı kadınlar, kısa saçları, kendilerini sıkı sıkıya sardıkları bandajlar ve erkek kıyafetleri ile zaten rutin halde ki çiftlik hayatı, yokluk ve kendilerinin yok sayıldığı hayatdan kaçmak için "erkek" dünyasına bu şekilde adım atarlarmış. Ta ki savaşlarda, kavgalar da yaralanıp yada duygularına yenilip güvendiği bir tayfadan hamile kalıncaya kadar.
Tarihin tozlu sayfalarında bu başkaldırışı, özgürlük ve kendilerine biçilen rolden farklı bir şeyler yapmaya çalışan bu cesur kadınlar hakkında çok fazla yazılı kayıtlar bulamıyoruz ama yine onların arasında ister cesur ve kahraman deyin ister acımasız, duygusuz suçlular, zamanın da kendilerinden söz ettirerek bir nebze de olsa tarihde yerlerini almayı başarmış, denizcileri titretmeyi başarmış kadın korsanlar vardır.
Haklarında ki bilgiler az ve çelişkili olsada genel kabul içinde onları tanımaya çalışalım.



Anne Bonny
1697-1700 yılları arasında doğduğu tahmin ediliyor. İrlandalıı bir avukatın gayrimeşru çocuğu olduğu söylenir. Babası herkesten çocuğu olduğunu saklamasına rağmen, yinede bir yabancıymış gibi yanında çalıştırır. İlk gençlik yıllarını atlatan Anne Bonny, 16 yaşındayken bir  korsan olan, kaptan James Bonny'e aşık olur. Babasının itirazlarına rağmen, hem aşık olan hemde macera ve heyecan isteyen Anne, evlenir ve yanında seferlere katılmaya başlar. İlk denizcilik hayatı böyle başlamıştır. O dönemde “günah yuvası” ve “korsanların cenneti” olarak bilinen New Providence’a (Nassau) taşınırlar. Her şey güzel giderken, kocası Nassau'da valinin de teşviği ile hem ticarete hemde valinin muhbirliğini yapmaya başlayınca, kocasının dönek olduğunu düşünen Anne'nin gözünden düşer ve kocasını terkeder. Bu sırada tanıştığı, Calico Jack olarak tanınan Kaptan Jack Rackham ile birlikte kaçmaya karar verir. Elbette ki tanınmadan bir gemiye binmeli ve korsanlığa devam etmelidir. Erkek kıyafetleri giyer ve Jack ile yola koyulurlar. Daha ilk korsanlık faaliyetlerinde o kadar iyi silah ve kılıç kullanır ki şüphe çekmeyi bırakın herkes tarafından saygı görmeye başlar. Adı artık Korsan Benjamin olmuştur. Ta ki hamile kalana kadar. Hamile kalınca gemiden ayrılmak zorunda kalırlar. Küba'ya çocuğu doğurmak üzere gidip bir süre korsanlığa ara verirler ama kader ağlarını örmüştür. Çocuk ölür ve kısa bir süre sonra tekrar mesleklerini icra etmek üzere korsan gemilerine geri dönerler. Elbette ki bu işlerin merkezi olan Nassau'ya dönerler. Yeni bir korsan gemisi bulmaları uzun sürmez ve tekrar denize açılırlar. Bu sırada kendisi gibi erkek kıyafetleri içerisin de askerlik yapan, Marry Read ile tanışacak ve çok iyi arkadaş olacaklardır. Birbirleri için iyi olmuştur ama ikisi bir araya geldiğinde mürettabatın korkulu rüyası haline gelmişlerdir. Çok da uzun sürmeyen bu yeni maceraları,  Jamaika Valisi Lawes gemiye el koymak için askerlerini yollaması ile sona erer. Jack ve mürettebat hazırlıksız yakalanır. Son ana kadar savaşmaya devam eden iki kadın da mürettebatın geri kalanıyla birlikte idama  mahkum edilir fakat ikisi de hamile olduğu için infazları ertelenir. Ateşli hastalığa yakalanan Mary Read hapisteyken ölür. Anne Bony ise idam edilmez ama sonun ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yok…








Marry Read
Çocukluğu hakkında farklı söylemler var. Kimisi kısaca, İngiltere de doğduğu ve babaannesi ve üvey kardeşi ile sefalet içinde yaşadığı, gemilerde temizilik yaptığı söyleniyor. Diğer bir hikaye ise,  Londra’da bir kaptanın çocuğu olduğu ve annesi tarafından, babası denizdeyken ölen erkek kardeşinin yerine geçirildiği şeklindedir. Benim tercih ettiğim hikayesi, en azından okunasıdır. Dul olan annesi o dönemde ki kadınlığın getirdiği dezavantajlardan çok çekmiştir. Bu yüzden kızı Marry erkek gibi yetiştirmiştir. Buna yatkın olan Marry de tam anlamı ile kavga eden, kılıç kullanan ve macera peşinde koşmayı seven bir genç olmuştur. Önce kendine bir gemide iş bulur ama macera beklerken tek elde ettiği dayanılmaz bir iş yükü ve tacizdir. Bir yolunu bulur ve gemiden kaçar.  İngiliz ordusuna katılır. Basit bir er olarak başlar ama Flanders savaşında gösterdiği cesareti sayesinde Süvari Alayı’na terfi eder. Asker arkadaşına aşık olunca, gerçek kimliğini açıklar ve ordudan ayrılıp evlenirler. “Üç At Nalı” adlı bir han açarlar, Nassau da haytından ilk defa memnundur ama uzun sürmez, erkek arkadaşı bir kavgada öldürülür, Han ile tek başına uğraşamaz ve bırakır, tekrar orduya döner. Bir sefer sırasında  Batı Hint Adaları’na doğru giderken Calico Jack ve Anne Bonny, Mary’nin içinde bulunduğu gemiye saldırır. Esirler arasındaki Mary, Anne’in dikkatini çeker. Kendisi gibi kadın olduğunu anlayınca da çok iyi arkadaş olurlar. Kaptan Jack, Anne’in bir denizciyle bu kadar çok vakit geçirmesini kıskanınca Mary kimliğini açıklamak zorunda kalır. Jack, mürettebatında iki kadın korsanın olması fikrine sıcak bakar ve  Mary Read kısa sürede korsan bayrağı altında savaşan en cesur “adamlardan” biri olur. 1720’de hapiste ölür.




Grace O’Malley
1530 yılından bir karakter olduğuna inanılan O'Malleyler. İrlanda'da İngilizler tarafın son derece tehilikeli,kurnaz bir isyankâr olduğuna inanılan,  Owen O’Malley'in biricik kızıdır. O'Malley klanının ve filolarının şefidir babası. Denizi çok seven Grace, kızların denizci olamayacağı düşünüldüğü için saçlarını keser, erkek kıyafetleri giyer. O kadar tutkulu ve takıntılıdır ki kendi ailesi bile ona "kel" lakabı takarlar. Babasının yanında denizciliği çok iyi şekilde öğrenmesine ve tam bir erkek gibi yetişmesine rağmen tamamen politik bir kararla, daha 16yaşında iken O’ Flaherty klanının varisiyle evlendirilir. Şans bu ya, Kocası da onun hayallerine saygı duyar ve beraber savaşmaya karar verince, İrlandanın batı kıyısı dışında ki tüm sularda Karı-Koca hüküm sürmeye başlarlar. Kendisinin olmadığı bir zamanda kocası Cork Kalesi’ni savunurken ölünce, kaleyi kendi ekibiyle basarak geri alır. Denizlere geri dönen Grace batı kıyısında güvenli geçiş için haraç almaya başlar, vermeyen gemileri talan eder. 36 yaşında iken yakalanan ve idama mahkum edilen korsanların kraliçesi Grace, Kraliçe I. Elizabeth’e bir mektup yazar. Bu mektup kayıp ne yazdığı bilinmiyor ama Kraliçe I. Elizabeth, Grace ve ailesinin affedilmesi için emir çıkarır. Grace O’Malley’nin 1603’te Rockfleet Kalesi’nde öldüğüne inanılıyor.




Ching Shih
Tarihe geçmiş en önemli korsanlardan biridir. Hüzünlü bir hikaye ile başladığı hayatı, bir korsan ve akınca için özenilecek bir güce kavuşması ile sona erer.
Öyküsü bir Çin genelevinde başlar. Ching Shih’nin isminin anlamı ise kantonunu eski seks işçilerinden kurduğu için "Ching'in karısı" anlamına gelmektedir. Tarihte ki bu kadar tanınan bir korsan olmasına rağmen Çin kayıtlarında hakkında çok az özel bilgi vardır. Muhtemelen yaptığı işler özel bilgilerinin önüne geçmiştir. Kendince bir kitap hazırlamış ve burada suç unsurlarının tam olarak nelerin kapsadığı ve verilmesi gereken cezları yazmıştır. Örneğin kadın esirlere tecavüz edenlerin kellesinin uçurulması ve korsanlıktan firar edenlerin kulaklarının kesilmesi gibi kurallar bulunan kitabından gelir. O kadar başarı olmuştur ki 50.000 ile 80.000 arası silahlı korsan ile yüzlerce gemisi, binlerce balışçı sandalı kensine bağlıdır. Bu suç mparatoriçesi kısa sürede Çin'in en büyük düşmanı haline gelmiştir.  Ching, 1810 yılında Portekizli ve İngiliz korsanlar tarafından ele geçirilir ama hatırı sayılır bir servet karşılığında tüm korsanlık birimlerini bu ordularla takas ettiği için hapsedilmekten kurtulur ve ölene kadar kumarhane işletmeciliğiyle yaşamını sürdürmeye devam eder. Bu karakteri Karayip korsanları filminden hatırlayacaksınız.

Sevgi, Saygı ve Selametle.

24 Kasım 2016 Perşembe

TAYO MAR'SIZ BİR SEYRİN ARDINDAN.. MARSİLYA'NIN KAYIKLARI 

youtube versiyonu ..


Efendim bilenler biliyor , geçen ay maalesef Tayo Mar 'sız uzun bir seyre çıktım. Tekne biraz büyücek olunca ailece bir seyir yaptık. sırası ile Cenova, Malaga, Casabilanca, Lizbon, Barcelona, Marsilya limanlarını ziyaret etme şansımız oldu. İki kez Cebel-i Tarık'tan geçtik. Okyanusa çıktık ve Akdeniz 'e geri döndük.. İşte 10 gün süren bu seyrin anıları başlıyor.. Ancak Her şeyden önce hayran kaldığım Marsilya 'da çektiğim fotoğraflardan bir derleme yaptım. Gözüme nedense hep ahşap tekneler çarptı..:)

Sadece limanlar değil, seyir ile ilgili de anlatmak istediğim çok şey var.. ' Denizde küçük tekne de küçüktür, büyük tekne de ' sözünü bizzat yaşadım.. 5000 kişilik gemide sallantıdan geminin yarısını deniz tuttu.. Ben mi ..? yahu Tayo Mar'ın reisine işler mi canım bu ufak sallantılar.. Neler gördük biz..:)

evet dostlar.. Her limanda Tayo Mar ile buralara nasıl gelirim acaba ? planları yaptım tüm seyirde.
Ayrıca bir gemi seyahati ile ilgili ilginç tespitlerim de var.. Geliyor efendim.. Tekmili birden..

ama önce Marsilya.. ve O'nun muhteşem limanında ki muhteşem tekneler.. 

Sevgiler.. 

Ersin Böke 





GÖÇMÜŞ DENİZCİLERİN NEFESLERİ..




Dönülen bir seyirden sonra Tayo Mar ‘ın seyir defterinden…


Göçmüş denizcilerin nefesini bilirmisiniz ?Duydunuz mu hiç? Hissettiniz mi ya da ?


Göçmüş dedim özellikle.. ölmüş demedim.


çekip gitmek, başını alıp gitmek gibi.. Göçüp gitmek işte.


Her palamarı çözdüğümde hele hele bilmediğim bir menzile gidiliyor ise duyulan heyecan. O heyecanı ateşleyen korku, merak, endişe..

sonrasında yelkenler dolunca hissedilen o özgürlük hissi , huzur..


Genelde tek başımayım seyirlerde .. yalnızlık duygusunu iyi bilirim . Geride kalmanın burukluğunu . O yüzden her türlü yolcu etmeyi hiç sevmem ya . Ne cenaze namazlarını, ne giden geminin arkasından el sallamayı , ne de vedalaşmayı. Yıllarca sabahın en erken saatlerinde yolculuk ettim. Gerekmediği halde o tatlı uykudan feragat.. sırf vedalaşmamak için .Geride kalmaktansa gitmek.. Uyuyan sevgilinin dudağına hafif bir öpücük, Huzurla uyuyan evlada bir dokunuş. O sıcaklık , var olduklarını bilmenin hissi ile birlikte gittim hep.


Dedim ya gitmeyi severim diye. Gittiğim yerdeki yaşanacakların bilinmezliği hep heycanlandırdı beni. Merak ettim hep yaşayacaklarımı.


ama dönmeyi daha çok severim. Gitmeden dönmenin keyfini yaşayamıyor insan. Mahrum kalmadan kıymetini anlamıyorsun hiçbir şeyin.


İşte bu deniz mahrum bırakıyor ya seni çok şeyden.. Her seyirden sonra daha çok aşık dönüyorum , daha çok sevgiyle evlatlara, daha çok tutku dostlara , arkadaşlara ..


Kim hissettiriyor peki bunları bana ?.. hani şu normal rüzgar eserken , denizin üstünden aniden kopup gelen şu sağnaklar var ya .. Onlar İşte.. şimdiki gibi , şu andaki gibii açık kamara kapısından geliveriyorlar, fısıldıyorlar sana gerçekleri ..


Göçmüş denizcilerin nefesleri ..Duymuyormusun?


Kapat ne kadar lamba varsa o zaman. Bir fener yak.. eskisi gibi. Onların tanıdığı bildiği bir fener işte. .


Bak işte buradalar , ancak o zaman görürsünüz de onları. anlatırlar size hiç gitmediğiniz ve belkide hiç gidemeyeceğiniz denizleri

23 Kasım 2016 Çarşamba

NEMO NOKTASI

Diğer bir şekli ile okyanusta hiçliğin ortası.
Günümüzde, pek çok sebepten dolayı her güne insanlık adına kötü haberler alarak başlıyoruz. Bir çoğumuzun aklından, elden bir şey gelemeyeceğini düşünmenin verdiği bıkmışlık duygusu ile herkesden ve herşeyden uzaklaşma fikri geçiyor. E kişiler denizci olunca tabii ki vazgeçemeyecekleri şey, tekneleri... Durum böyle olunca haritadan yer beğenmeye başlanıyor. Tabii ki uzak adalar, en bakir alanlar, daha insanlığın bozamadığı! yerleri görmek için umut beslemeye başlıyor.

Sığınacak bir liman arayanlar,
Sizin için bir iyi bir kötü bir de daha iyi haberim var.

Önce iyi haber. Herşeyden ve herkesten en uzak olan nokta biliniyor. Tekrar keşfetmeye gerek yok. Evet bir ada değil ama okyanusun ortasında bir nokta. Eh uzaklık kısmını tutturduk en azından.
Burası Point Nemo denilen alan.  Pasifik Okyanusu'nda, 48°52.6′ Güney ve 123°23.6′ Batı koordinatlarında ki bu yer bilinen ve matematiksel olarak her yere en uzak nokta.  En yakın üç noktaya eşit olarak 2688 km uzakta. Diğer yönler de ise daha da uzak. Hatta o kadar uzak ki o noktaya en uzak insanlar astranotlardır esprisi yapıyor. 1992 yılında keşfedilmiş bu alan.  Bir araştırma mühendisi olan Hrvoje Lukatela, "Hipparchus" adını verdiği jeo-uzaysal bir program kullanarak, en yakın kara parçalarından eşit uzaklıkta olması mantığı ile tespit etmiş bu noktayı. Ekbette yıllar içerisinde kıyı erozyonları ile bir kaç metre de olsa değişeceği aşikar.
İsim olarak da gayet uygun bir isim seçmiş çünkü "nemo" latince de "hiç kimse" demektir.




Şimdi gelelim kötü habere,
Hani demiştik ya en uzak, en bakir, insanlığın bozamadığı! diye...
İşte, hani derler ya, yok öyle bir dünya .  Uzay kurumları bu noktayı “Güney Pasifik Issız Bölgesi” adıyla mimlemiş bir kere. İnsanların olmadığı, gemilerin geçmediği bu bölgeyi uzay çöplüğü olarak kullanıyorlar. Evet yanlış okumadınız, dünyamızın bir uzay çöplüğü var. Eski uydulardan, kargo gemilerine ve MIR uzay istasyonuna kadar birçok araç parçalanmış halde okyanusun dibindeki bu “uzay araçları mezarlığına” gömülüyor !. 
Uzay araçlarının, atmosfere girerken oluşan ısıdan sağlam çıkamadığı, sadece yakıt tankı gibi parçaların yanmadan okyanusun dibini gittiğini söylüyor uzmanlar. Örneğin 143 tonluk Mir uzay istasyonunun bazı parçaları okyanusun dibine çökerken bazıları da Fiji kıyılarına vurmuş,      “Yakıt sızması olmaması halinde bu parçalar sudaki canlıların yaşamı açısından tehlike oluşturmuyor.” diyecek kadar da rahatlar.
Burası Güney Pasifik Girdabı adıyla bilinen güçlü akıntıların ortasında bir yer. Nemo Noktasında okyanustaki yüzey ısısı 5,8 derece ve dönerek hareket eden akıntı, serin ve besin bakımından zengin suları bloke ediyormuş.  Bu nokta hakkında çok uzak olması ve çok zor bir deniz olması nedeni ile araştırmacılar pek az çalışma yapabilmişler. Öyle ki büyük buz dağlarının çatlarken çıkardığı sesler önce canlılar tarafından çıkarılıyor sanılmış, sonradan anlamışlar ki bu bölgede yaşam neredeyse yok denecek kadar az çünkü karadan çok uzak olduğu için buradan esen rüzgârlar organik madde taşımıyor. Yani fazla besin kaynağı olmadığından okyanus tabanı da fazla yaşam barındıramıyor. Tabii ki bu hiç canlı olmadığı anlamına gelmiyor. Pasifik ve Nazca tektonik plakaları yavaş yavaş birbirinden uzaklaşırken aradaki boşluktan lav sızması sonucu sıcak su bacaları ve mineral birikimi oluşuyor bu mineraller bakterilerin çoğalmasına bunları da daha büyük deniz canlılarının beslenmesine olanak sağlıyor. Örneğin Yeti yengeçi bu bölgede keşfedilmişti.
Neyse ki amatörde olsak denizciyiz. Yok öyle bir dünya denilebilir ama teknemiz, isteğimiz ve cesaretimiz olduktan sonra zaten uzak bir yerde ki tek bir liman bizi uzun zaman tutamazdı.
Tüm denizler bizi bekler. Mavi vatan, herkes için kollarını açar. Yeter ki ona bir adım atın.
Ki bu bence  bir denizci için en iyi haberdir.

TEKNELERDE GERÇEK HIZ İLE HIZ GÖSTERGESİNDE OKUNAN HIZ FARKI

Teknelerimizin seyri esnasında  sabit bir düzlem üzerinde yol almadığımız  için 
genellikle karıştırdığımız, anlamakta zorlandığımız, göstergenin gösterdiği değer ile 
gerçek hız değerinin farkı.





SEYİR YÖNÜ İLE AKINTI YÖNÜNÜN FARKLI OLDUĞU DURUMLAR

















AYNI DOĞRULTUDA FARKLI YÖNLERDEN GELEN AKINTIDA SEYİR















TEKNELERDE SEYİR ESNASINDA RÜZGAR GÖSTERGESİNDEN OKUDUĞUMUZ DEĞER İLE GERÇEK RÜZGARIN FARKI

Seyir esnasında seyir yönümüz ve seyir hızımız nedeniyle rüzgar göstergesinde 
okuduğumuz değer ve rüzgar yönü gerçek rüzgar hızından ve yönünden farklıdır.







RÜZGAR YÖNÜ İLE SEYİR YÖNÜMÜZÜN AYNI DOĞRULTUDA OLMADIĞI DURUMLAR

RÜZGARSIZ HAVADA SEYİR





SEYİR YÖNÜNÜZLE AYNI YÖNLÜ RÜZGAR
SEYİR YÖNÜYLE ZIT YÖNLÜ RÜZGAR








DEMİRDEKİ TEKNEDE RÜZGAR GÖSTERGESİ

Teknemiz herhangi bir koyda demirde ya da alargada tonozda iken rüzgar göstergesinden 
okuduğumuz değer rüzgarın gerçek hızıdır,. 
Rüzgar göstergesinin gösterdiği yönde rüzgarın gerçek yönüdür.



GÜNDOĞUSU RÜZGARINDA TEKNENİN KONUMU VE GÖSTERGE DEĞERLERİ

















Teknemiz alargada tonozda iken ya da koyda demirde iken kıçtan koltuk halatı 
alınmamışsa başını rüzgara döner. (Sadece baş makarasından aldığımız halat/zincir 
ile bağladığımız teknemiz Rüzgara başını dönmüyorsa teknemizde bir sorun var demektir. 
Salmasının ya da palasının sığlığa oturması gibi )

YILDIZ RÜZGARINDA TEKNENİN KONUMU VE GÖSTERGE DEĞERLERİ










KIBLE RÜZGARINDA TEKNENİN KONUMU VE GÖSTERGE DEĞERLERİ



GÜNBATISI RÜZGARINDA TEKNENİN KONUMU VE GÖSTERGE DEĞERLERİ

Ah ! O eski güzel İstanbul kayıkları...



Diyerek iç geçiririz hep,
O zamanlar Boğaziçi demek, deniz yolları demekmiş. Birbirinden güzel, marifetli, ismi ile müsemma kayıklar. Şimdilerde dilimizde pelesenk olmuş bu "kayık" kelimesi sanırım o zamanlardan kalma çünkü çok büyük olmamak kaydı ile boğaziçin de görülen o güzelliklere hep bir ön ad ile birlikte kayık denmiş. Ama öyle kayık denildiğinde gözünüzde hemen bir iki ahşap sefine canlanmasın çünkü onlarcası var kendi meşrebine göre.
Üstelik kendince imtiyazları olan araçlar ve bir meslek grubu. Dile kolay Padişah fermanı ile el üstünde tutulur olmuş.
Padişah o kadar memnunmuş ki hamlacılarından, hem yaptıkları işten hem de kişiliklerinden, kendisinden bir dilekleri olup olmadığını sormuş. Hamlacılar diğer zamanlarda hem kendilerinin hem de kendileri gibi olanların çalışması için yer ve ruhsat istemişler. Sultan Aziz uygun bulmuş ve bir ferman ile düzene bağlamış. "Kayıkçılar kethüdası" böyle doğmuş diye anlatılır. Sadece ilgilileri bilir ama bu hamlacılar Çankırı yöresinin insanlarıdır.
Dedik ya imtiyaz almışlar Sultandan diye. Kolaymı, güvenilir olmaları şart ve herkes bilirmiş ki kendilerinin de söylediği gibi  "Sandalcılık öyle bir iştir ki, insan nelerle karşılaşmaz. Adamın başına her şey gelir, ama biz her şeyi hoş görürüz, kimseye kötü gözle bakmayız ve ser verir sır vermeyiz..".
Biraz da kayıklara bakalım, Hamlacılara ve kayıkçılara döneceğiz tekrar.

O zamanlar Saltanat kayıkları varmış.
Adı üzerinde, Saltanat sahibinin ve ailesinin kullanımına açık olan bu saltanat kayıkları, o zamanlar sık sık ziyaretlere sebep olan dünya güzeli boğaza gelen Fransız kontları tarafından nefes kesici, deniz bir kılıç gibi yararak ilerleyen, büyüleyici güzellikleri olduğunu anlatırlarmış. Altın varaklı ahşaplar, kayığın başında ki som altın kuş simgesi ve kayıktaki padişah köşkünün tavanının bile mücevherler ile süslendiği söylenir.
Boyları 30-32 metre genişlikleri ise 3 metre gibi olan çokça kürek kullanılan ve baş tarafta bulunan köşk kısmıy ile kendine hayran bırakan bir güzellik.


Elbet bununla sınırlı değil, padişah halk içine karışıtığında kullanılan "tebdil" kayıkları ve donanma sefere çıktığında yine kullanulan "filika"lar her daim en güzel hali ile tutulurmuş.
 İstanbul tekneleri Akdeniz çanağında ki teknelerden gerek ölçü ve şekilleri, gerek gözalıcı süslemeleri, gerek kendine has çizgileri ile hemen ayrılırlar. Özellikleri, seyir halinde iken Haliç ve Boğaziçini en güzel şekilde seyredebilecek hali ile yapılırlarmış.İstanbulun fethine kadar hünkar kayıkları saltanat kayıklrı olarak anılır olmuş. Sultan sefere çıktığında ise açık denize dayanıklı ve çok daha süslü baştardalara binerlermiş.



Ve tabiki Peremeler,
Osmanlı döneminde çoğunluğu İzmir tersanelerinde üretilen ve yük, hayvan taşımacılığında kullanılan, 13 metre gibi boyları ile Bizans döneminden bizlere mira kaldığı tahmin edilen taşımacılık araçlarıdır. Tarihi vergi kayıtların da "peremeciyan" (peremeciler) diye geçer. Bahriye teşkilatı tersane amirliği kayıtlarında da “pereme-i esb-i Üsküdar” diye geçiyor. Ve o tarihlerde de eskiye vurgu yapılıp "kim bilir eskiden Venedik ve İstanbul'un nasıl çok benzerlikleri vardır demişler.

Denizle haşırneşir olan herkesin ağzındadır Piyade kayıkları,
Görülen her kayıkta hemen "piyade mi bu ?" sorusunu çok duyarız.
Aslen piyadeler, son derece narin ve zarif yapısı ile İstanbul çevresinde kullanılan ve en çok tercih edilen gezinti tekneleridir. Bunlar tabri caiz ise, gerek görüntüsü gerek hızı ile suda ok gibi ilerleyen orta,üst sınıfa ait, kendilerinin yaptırıp bindikleri özel kayıklarıdır. Sanatla sonradan tanışmış olan bir halkın, zevklerini, inceliklerini anlatmaya bu kayıklar ile başladıklarını söyleyebiliriz sanırım. Bu noktada bence çok güzel anlatılmış olan Piyade ile ilgili bir alıntı koymak istiyorum.
"Bizans’ın peremesi, Venedik’in Gondolu nasıl sembol ise; Şehr-i İstanbul’un ve Nehr-i Aziz’in (Boğaziçi) sembol deniz ulaşım vasıtası Piyade kayıklarıdır. Théophile Gautier; Venedik gondolunu, Türk kayığı yanında kaba saba bir sandukaya benzetir. Gondolculara da, Türk kayıkçılarının tersine “sefil serseriler” gözüyle bakar. “Dünyanın her köşesinde değişik şekillerde inşa edilmiş deniz vasıtalarındaki güzellik, piyade kayıklarının zarafeti ve inceliği karşısında pek sönük kalacaktır. Denize piyade kayığı kadar yakışan başka bir nakil vasıtası üretilememiştir ve üretilemez” Cabir Vada, Piyadeleri işte böyle tarif ediyor. Piyade Kayığı; Boğaziçi dilberi, suların başına tac ettiği birer nazlı efsane olarak nitelenmektedir. Piyadeler, ağır başlı, vakarlı, incelmiş bir medeniyetin elinden çıkmış bu rüya ve hülya beşikleri, sanki insan hünerinin değil de, Boğaziçi sularına Allah’ın armağan ettiği bir nakil vasıtası idi"
Üzerine daha ne söylenebilir ki...


Güncel hayatın vazgeçilmezi Pazar kayıkları ;
Bilindiği kadarı ile Sultan Süleyman zamanında kullanılmaya başlamış ve yakın geçmişe kadarda kullanılmaya devam etmiş, Her boğaz iskelesinin kendi teknelerinin olduğu vakıflara bağlı pazar tekneleri. Adı Pazar teknesi ama, boğazın sonuna kadar 30 paraya yolcu taşıdığı geceleri 3-4 fener asıp hanende ve sazendeler ile sazlı sözlü mehtaba çıkarlarmış. Üstelik halk bu tekneleri kiralayıp, süsleyip "gelin kayığı" olarakta kullanırmış.
Güzel olanı ise, bu teknelerden elde edilen gelirler, vakıf ve boğaz köylerinin bazı ihtiyaçlarıı karşılamanın yanında fakir fukara için yiyecek yardımını almak ve ulaştırmak içinde kullanılırmış. Yaklaşık 40 kişiye kadar yolcu taşıyabilen söylendiğine göre 80 kg'a varan kürekler kullanılan, son derece ağır ve geniş, çok güçlü bir dümen sistemleri olan kayıklarmış.
Ateş kayıkları,
Adından da anlaşılacağı üzere, genellikle köprü yakınlarında ve merkezi iskelelerde bekleyen, gerektiğinde tulumbacıları yangın yerine yetiştiren son derece hızlı ateş kayıkları kullanılırmış.
İnce uzun iğne edalı futalar,
İngilizlere ait bir model olmasına rağmen, sonradan Rumca'da   Dar, uzun, hafif yarış kayığı denilmiş. Oturakları pahalı kumaşlardan yapılan, Türk zevkine göre değiştirilmiş özel kayıklarmış. Bebek 'de Corci usta tanıştırmış bu güzellikle bizleri. Aslen doğramacı olan bu usta, Mısırlı Halit paşanın özel izni ile bir futayı söker, plan çıkartır ve yenisini yapari O kadar titizdir ki, aslından kat ve kat güzel olur. Maalesef bu güzellikler günümüze gelemedi.


Mavnaları unutmamak lazım,
Boğaz köyleri ile şehirler arası taşımacılık yapılan sanırım herkesin öyle yada böyle bildiği kayıklardır. Büyüklükleri ve alanlarının rahat olması nedeni ile mehtap alemlerinde de sık sık kullanılırlarmış.


Ve tabiki bu alemlerde kullanılan fasıl ekibini taşıyan ve mavnaların yanlarına bağlanan "saz kayıkları" nıda unutmamak lazım.
Her birini tek tek ele almak için kitap yazmak gerekir ama şöyle bir isimlerini ele almadan geçmek olmaz. ;
Saltanat kayığı, Hünkar kayığı, Pereme, Piyade,  Ateş Kayığı , Pazar kayığı,  Odun Kayığı,  At Kayığı, Safra Kayığı, Karamürsel , Mavna,  Buz Kayığı,  Kireç Kayığı, Yılan Dili Kayık,  Taş Kayıkları,  Geç Kayığı, Menzil Kayığı, Funda Kayığı, Balıkçı Kayığı, Dolap Kayığı, Kömür Kayığı, Elçilik Kayıkları, Hanım İğnesi Kayıkları, Kırlangıç Kayığı, Sandal, Saz Kayığı,  Çete Kayığı,  Kancabaş Kayığı sayılabilir.

Alamana örneği, Çifteler çalışıyor, reis dümen başında. 



Çektirmeler ,yakın tarihimize kadar kullanılan önemli deniz araçlarıdır.






Yazının en başında biraz değinmiştim hamlacılara, kayıkçılara. Bir iki kelam daha etmek gerekir haklarında. Çünkü her isteyen olamaz. Bordaları, küpeşteleri nefis süslerle donatılmış bu kayıklarda çalışmak için, mutlaka bir kefil olması istenirdi. Genellikle Yeniçerilerden seçilen fiziğine ve karakterine uygun kişiler olmalıydı. Bir kethüdaya bağlanırlardı ki bu genelde peremciler kethüdası olurdu. Kiyafetleri ile hemen ayır edilen kayıkçılar, özel kişilerdi. Hamlacılar küreklere asıldıklarında uzaktan bakan kişiler, sadece tek bir küreğin hareket ettiğini zannerderlermiş. Hanımlar kayığa binerken yada inerken ellerini değil omuzlarını uzatırlar, hanımlar bu omuzlardan destek alırlarmış.
İstanbul deniz gençlerinin kibar ve fiziki üstünlüklerinin en güzel örneklerini sergilerlermiş.
İstanbul kültürü ile bütünleşmiş haldedir kayıkçılık.
İşte tam da bunlardan dolayı, kayık sahibi olmak, kayıkçı olmak bize bir sorumluluk getirir. Hepimizin bu sorumluklukların ve güzelliklerin bilincinde olması temennisi ile. 

İstanbul kayıkları kaynaklarından bilgi derlemesi ve fotoğraflar içerir.