ÖNEMLİ DUYURU..
SEVGİLİ DOSTLAR.. YAZAR SAYIMIZIN VE YORUMCULARIMIZIN ARTMASI NEDENİ İLE HEYAMOLAMIZI FORUM HALİNE GETİRDİK..
www.heyamolahey.com
ADRESİNDEN FORMUMUZA ULAŞABİLİRSİNİZ.
ARTIK ORADAYIZ.. ANLAYACAĞINIZ TAŞINDIK YANİ..
BEKLERİZ EFENDİM..
22 Aralık 2016 Perşembe
20 Aralık 2016 Salı
YELKEN TEKNOLOJİSİ ÜZERİNE..
Enes, tanımayanlarınız için kısa bir açıklama yapayım, amatör denizciliğin sınırlarında bu işi yapan bir dostumuz. Küçük bir botla yaptıkları gerçekten inanılmaz. Şimdi de bota bir yelken aksamı kurdu. Aslında vardı ama daha da geliştirdi diyelim.
Heyamola da yazdığı yazı ve benim yorumlarıma yazdığı yanıt, keza Gülümser Hanımın geçenlerde Gezgin Korsan Forumunda benim açtığım konu başlığında yelken ile ilgili bir alıntıyı(başkası tarafından yazılmış ) Gekopedya ya koymak istemesi şu yelken ile bir iki şey yazmama vesile oldu.
Elbetteki yazdıklarım okuduklarım ve yaşadıklarımdan elde ettiğim yorumlar. Yani benim doğrularım. Elbette bir Çin atasözünün dediği gibi doğrunun birçok yüzü vardır.
Bana göre 1900 lü yılların başında " işe yarayan " yelken bilgisi , teknelere motorun konulması ile birlikte terk edildi. Bu tarihten sonra yelken , seçkin bir spor dalı olarak , yatçılık ya da yelken yarışçılığı olarak gelişmeye başladı. Elbette bu süreci tüm dünyanın kısa zamanda yaşadığı sosyolojik değişimden de bağımsız tutamayız. Daha hızlı ve daha rüzgar üstüne gitmek üzerine yoğunlaştı bu gelişim.
Malumunuz uzatmayalım , günümüz yelkenlileri ortaya çıktılar. Fiber , markoni arma, torpil salma tekneler. Hele kiralık tekne turizmi son 20 yılda patlama yapınca tekneler yüzen otellere dönüştüler.
Daha derinlere inersek, yarışmak eskiden günlük hayattan bu kadar da kopuk değildi. Yarıştığınız zaman burada elde ettiğiniz becerilerin günlük hayatınıza da bir katkısı olurdu.
Yani yarışıyor olmak , günlük hayatı kolaylaştırmak ve geliştirmenin itici gücü idi aynı zamanda.
ancak bu yüzyılda sporun bir propaganda ve endüstri haline dönüşmesi ile birlikte yarışmak artık öyle üstün meziyetler ve insan üstü bir çalışma gerektirir oldu ki , sıradan insanların yapabildiği bir aktivite olmaktan çoktan çıktı. Artık iş öyle bir boyuta vardı ki tekneler artık yüzmüyor , bildiğiniz uçuyor. Hızlı gitmek anlamında yazmadım. Bildiğiniz uçuyorlar. Bakınız sosyal medya da bir sürü görüntü var böyle..
O yüzden de anlamsızlaştı. Çünkü gündelik yaşamdan koptu ve bildiğimiz sıradan insanların yapabileceği birşey olmaktan çoktan çıktı.
Gereksiz ve anlamsız bir sürü aksam eklendi teknelere. Her şey elektrikli , artık bir el pompası bile basmak zoruna gider oldu yatçıların. " Modern " insan salonlarda , koşu bantlarında koşup , sonra iki adım merdiven çıkmayan, hadi yelkenciliğe dönelim , vincini bile elektrikli isteyen ve kullanan kişidir artık..
Şimdi efendim . standart 10 -11 m teknenin üzerindeki yelken alanı günümüzde 50 m2 yi geçmez. Zaten topu topu iki yelken var. Cenova ve ana yelken. Bir çok teknede bu iki yelkeni kullanabilmek için dört tane vinç görüyorum. Büyük ve biraz daha küçük. Oysa bunları basit bir çift dilli iki makaradan oluşan bir palanga ile çekmek hem daha kolay ve daha çabuk.
Şimdi diyeceksiniz ki kardeşim benim teknem 50 feet . Nasıl çekeyim ben palanga ile %120 cenovamı elektrikli vinçsiz. ?
Ben de diyorum ki 50 feet tekneniz varsa ve tek direği varsa, ki bu çok büyük yelken alanı demek oluyor, bu teknenin "denizci" liğinden bahsedemeyiz. Lüks , konforlu , bir yaşam alanı sunan , güçlü motorları olan başka bir şey bu. Bir yelkenli değil maalesef.
Bana göre bir yelkenlinin boyu 32 feet den daha fazla olmamalı. Yelkenleri parçalı ve her havaya göre bir kombinasyonu olmalı. 32 feet olacaksa da kech ya da yawl olmalı ki kolay kullanılabilsin. Çift direkli olmayacak ise en azından " cutter " arma olmalı , yani cenova yerine önünde bir flok ve bir trinket olmalı.
Daha da büyültülmüş cenova ve küçük ana yelken ile cenova üzerindeki emiş gücü ile yol alırsınız. Ancak , küçük ön yelkenler ile ana yelken üzerinde akan havanın hızını arttırır ve daha küçük yelkenler ile aynı gücü elde edersiniz. Büyük yelken, büyük problemdir çünkü.
Jashua Slocum , dünya turunu atarken , abarmasında zorlandığı Spray'i kıçına bir direk ekleyerek yawl 'a çevirmişti . Okuyanlar bilirler.
Gaff cutter yawl yani randa ara bir kotra tipi yelkenlinin üstünlükleri saymakla bitmez. Ancak yine bana göre gelinen son nokta 32 feet bir uskunadır. Hele mizana direğindeki (bakalım uskuna da onun adı mizana değil diye kim atlayacak ) yelken , Markoni, ön direkte ise randa arma ve mizana üzerinde bir flok , elbette ki başı kıçı bir , omurga salma ve yeke dümeni olan , palası dışarıda olacak. eh madem benim düşüncelerimi konuşuyoruz ahşap olmaması mümkün değil tabi.
Yeteri kadar ansiklopedik bilgi de vereyim şu uskunalar ile ilgili. İlk uskuna Amerika da 1700 lü yıllarda yapılmış. İngilizce de "kaymak " fiilinden geldiği thamin ediliyor. Rivayete göre ilk uskuna denize indirildiğinde izleyicilrden birinin suda nasıl da kayıyor demesinden türemiş.
Bu tekneyi üzerinde bir tane bile vinç koymadan , basit palangalar ile kolayca kullanabilmek mümkün.
ama ben size en iyi bildiğim yelkenliyi , yol arması olan kotrayı (gaff cutter yawl ) bir yelkenliyi anlatayım.
Önce mükemmel teknolojisinden bahsedielim biraz. Mükemmelliği basitliğinden ve basit olduğu kadar akılcılığından kaynaklı.
Nedeni basit.. Çünkü bu tekneyi kullananların derdi yelken yapmak değildi. Bunlar yelkeni itici güç olarak kullanan , yaşam kavgası veren insanlardı. O yüzden yaptıkları " iş " sırasında yelken , onların en son düşündüğü şeydi ve mümkünse kendi kendine gitmeliydi işte. Çünkü o sırada bu insanların başkaca yapacakları vardı.
İşte yol (yawl ) böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Yelken alanının yarısı havuzluğun üzerinde değil ve ciddi bir miktarı da teknenin güvertesinde değil. üstelik kendisi kontra değiştiriyor. Açılma sırasına göre yelkenler şöyle sıralanmakta.
Bocurum, randa arma ana yelken , trinket , flok , karanfil, kontra flok ve valena.
Bende bu yelkenlerden sadece valena yok. ancak gerek karanfil, kontra flok ve valena hafif hava yelkenleri. Sonuçta eski günlerdeki gibi yük taşınmadığından valena ya bu güne kadar çok ta ihtiyaç duymadım açıkçası. Ancak apaz seyirde özellikle karanfilin etkisi inanılmaz. Kontra flok yelken özellikle orsa da faydalı ancak , bu toplam yelken alanını 45 m2 ye çıkarıyor ki bu benim için bile bir macera demek oluyor. ancak bir gün şu sert hava ekibi ile bu yelkeni de basarız gibime geliyor.
Şİmdi bu yelkenlerden her havada basılanı emektar bocurum. Bu yelken sanki kıçtan takma bir motor gibi. Tamamen denizin üzerinde ve siz tramola attıkça kendisi kontra değiştiriyor. Siz dokunmuyorsunuz bu yelkene. Özellikle sert hava seyirlerinin vazgeçilmezi bu yelken. Tek başına 4, -4,5 knot hız yaptırıyor , üstelik neredeyse hiç bayılmadan. Bu yelkenin büyüklüğü bir sörf eğitim yelkeni kadar. Düşünün 5 ton tekneyi bu hıza ulaştırabiliyor pupa seyrinde. O da teknenin kesitinden kaynaklı . O da ayrı bir konu .. Kısaca bahsedeceğiz ondan da.
Şimdi bunun karşılığı olan yelken ise trinket. Pruva hattından sayarsak ikinci flok diyelim. Şimdi bu yelkenin de alanı neredeyse bocurum kadar. Tramola arabası var ve bu yelken de tramolalarda kendisi kontra değiştiriyor. Siz hiç dokunmuyorsunuz bu yelkenlere.
Eee diyeceksiniz ne var şimdi bunda ? Ne işe yarıyor ki bu. ? Şu işe yarıyor dostlar.
Geçen yaz sabaha karşı iki gibi Midilli'nin Sigri limanına yanaştım. Kritik bir zamanlama idi ve hava raporları tam da bu saatte kıbleden sert rüzgar uyarısı yapmaktaydı. Nitekim tam da bu saatte rüzgar başladı ve sabaha karşı limanda bile durulmaz oldu. Limanın daha içine , balıkçı barınağının arkasına sığındım. Bura da da durmak mümkün değildi. Zaten Orası burası derken sabah saat sekizi de bulmuştum.
O günkü program da Molivos limanına ulaşmak var. Sigri 'den adanın batısından kuzeye tırmanacağım ve Babakale'yi görene kadar hava sert olacak. Ancak Doğuya dönünce Adanın gölgesinde kalacağım ve rahatlayacağımı umuyorum.
Tek başıma seyir yaptığımı da hatırlatayım. Güvenlik şart. En ufak bir hata ciddi sıkıntı demek. Deniz dalgalı, hava sert. İşte bu iki yelken , Bocurum ve trinket ile geniş apaz seyri ile hayatımın en keyifli yelken seyirlerinden Birini yaptım.
Adayı döndükçe rüzgar azaldı, azaldıkça yelken büyülttüm, önce flok, sonra ana yelken.. Bütün Midilli 'nin batısı ve kuzeyini yelken ile geçtim. saat 15 30 gibi Molivos açıklarında idim ve hava da kalmıştı.
Böyle dalgalı ve sert bir hava da yelken basmak işte ancak böyle küçük ve kullanımı kolay bir arma ile mümkün olabiliyor dostlar.
Seyir sırasında ben sadece etrafı seyrettim o kadar.
İşte size bocurum.
Tayo Mar ile Gökçeada'ya yanaştığımda , gezgin korsanlardan iki tekne daha vardı. Dostumun Tayo Mar 'a bakıp, Yahu abi sen bununla buralara nasıl geldin diye sorduğunu hatırlıyorum. Ben de ona kardeşim benimki açık deniz teknesi , esas sen kendi teknenle nasıl geldin diye sormuştum Tayo Mar , suya yakın bir tekne. Altı gözükmüyor. İlk karaya aldığımda da beni çok şaşırtmıştı. Sudan çıktıkça çıkan bir omurga salma .. İşte 40 m2 nin üzerindeki bu yelkenleri dengeleyen omurga salma..
İşte Boğazdaki yarıştan bir görüntü. BU sene sert lodosta yarışıldı malum.. Tayo Mar , orsa gidiyor. Bordo olan trinket efendim. , Bocurum kuyruktaki.
Nedense bu bloğa koyduğum videolar gözükmüyor. Desteklemek için Heyamola Face sayfasına da bir iki video ekleyeceğim.
Enes, tanımayanlarınız için kısa bir açıklama yapayım, amatör denizciliğin sınırlarında bu işi yapan bir dostumuz. Küçük bir botla yaptıkları gerçekten inanılmaz. Şimdi de bota bir yelken aksamı kurdu. Aslında vardı ama daha da geliştirdi diyelim.
Heyamola da yazdığı yazı ve benim yorumlarıma yazdığı yanıt, keza Gülümser Hanımın geçenlerde Gezgin Korsan Forumunda benim açtığım konu başlığında yelken ile ilgili bir alıntıyı(başkası tarafından yazılmış ) Gekopedya ya koymak istemesi şu yelken ile bir iki şey yazmama vesile oldu.
Elbetteki yazdıklarım okuduklarım ve yaşadıklarımdan elde ettiğim yorumlar. Yani benim doğrularım. Elbette bir Çin atasözünün dediği gibi doğrunun birçok yüzü vardır.
Bana göre 1900 lü yılların başında " işe yarayan " yelken bilgisi , teknelere motorun konulması ile birlikte terk edildi. Bu tarihten sonra yelken , seçkin bir spor dalı olarak , yatçılık ya da yelken yarışçılığı olarak gelişmeye başladı. Elbette bu süreci tüm dünyanın kısa zamanda yaşadığı sosyolojik değişimden de bağımsız tutamayız. Daha hızlı ve daha rüzgar üstüne gitmek üzerine yoğunlaştı bu gelişim.
Malumunuz uzatmayalım , günümüz yelkenlileri ortaya çıktılar. Fiber , markoni arma, torpil salma tekneler. Hele kiralık tekne turizmi son 20 yılda patlama yapınca tekneler yüzen otellere dönüştüler.
Daha derinlere inersek, yarışmak eskiden günlük hayattan bu kadar da kopuk değildi. Yarıştığınız zaman burada elde ettiğiniz becerilerin günlük hayatınıza da bir katkısı olurdu.
Yani yarışıyor olmak , günlük hayatı kolaylaştırmak ve geliştirmenin itici gücü idi aynı zamanda.
ancak bu yüzyılda sporun bir propaganda ve endüstri haline dönüşmesi ile birlikte yarışmak artık öyle üstün meziyetler ve insan üstü bir çalışma gerektirir oldu ki , sıradan insanların yapabildiği bir aktivite olmaktan çoktan çıktı. Artık iş öyle bir boyuta vardı ki tekneler artık yüzmüyor , bildiğiniz uçuyor. Hızlı gitmek anlamında yazmadım. Bildiğiniz uçuyorlar. Bakınız sosyal medya da bir sürü görüntü var böyle..
O yüzden de anlamsızlaştı. Çünkü gündelik yaşamdan koptu ve bildiğimiz sıradan insanların yapabileceği birşey olmaktan çoktan çıktı.
Gereksiz ve anlamsız bir sürü aksam eklendi teknelere. Her şey elektrikli , artık bir el pompası bile basmak zoruna gider oldu yatçıların. " Modern " insan salonlarda , koşu bantlarında koşup , sonra iki adım merdiven çıkmayan, hadi yelkenciliğe dönelim , vincini bile elektrikli isteyen ve kullanan kişidir artık..
Şimdi efendim . standart 10 -11 m teknenin üzerindeki yelken alanı günümüzde 50 m2 yi geçmez. Zaten topu topu iki yelken var. Cenova ve ana yelken. Bir çok teknede bu iki yelkeni kullanabilmek için dört tane vinç görüyorum. Büyük ve biraz daha küçük. Oysa bunları basit bir çift dilli iki makaradan oluşan bir palanga ile çekmek hem daha kolay ve daha çabuk.
Şimdi diyeceksiniz ki kardeşim benim teknem 50 feet . Nasıl çekeyim ben palanga ile %120 cenovamı elektrikli vinçsiz. ?
Ben de diyorum ki 50 feet tekneniz varsa ve tek direği varsa, ki bu çok büyük yelken alanı demek oluyor, bu teknenin "denizci" liğinden bahsedemeyiz. Lüks , konforlu , bir yaşam alanı sunan , güçlü motorları olan başka bir şey bu. Bir yelkenli değil maalesef.
Bana göre bir yelkenlinin boyu 32 feet den daha fazla olmamalı. Yelkenleri parçalı ve her havaya göre bir kombinasyonu olmalı. 32 feet olacaksa da kech ya da yawl olmalı ki kolay kullanılabilsin. Çift direkli olmayacak ise en azından " cutter " arma olmalı , yani cenova yerine önünde bir flok ve bir trinket olmalı.
Daha da büyültülmüş cenova ve küçük ana yelken ile cenova üzerindeki emiş gücü ile yol alırsınız. Ancak , küçük ön yelkenler ile ana yelken üzerinde akan havanın hızını arttırır ve daha küçük yelkenler ile aynı gücü elde edersiniz. Büyük yelken, büyük problemdir çünkü.
Jashua Slocum , dünya turunu atarken , abarmasında zorlandığı Spray'i kıçına bir direk ekleyerek yawl 'a çevirmişti . Okuyanlar bilirler.
Gaff cutter yawl yani randa ara bir kotra tipi yelkenlinin üstünlükleri saymakla bitmez. Ancak yine bana göre gelinen son nokta 32 feet bir uskunadır. Hele mizana direğindeki (bakalım uskuna da onun adı mizana değil diye kim atlayacak ) yelken , Markoni, ön direkte ise randa arma ve mizana üzerinde bir flok , elbette ki başı kıçı bir , omurga salma ve yeke dümeni olan , palası dışarıda olacak. eh madem benim düşüncelerimi konuşuyoruz ahşap olmaması mümkün değil tabi.
Yeteri kadar ansiklopedik bilgi de vereyim şu uskunalar ile ilgili. İlk uskuna Amerika da 1700 lü yıllarda yapılmış. İngilizce de "kaymak " fiilinden geldiği thamin ediliyor. Rivayete göre ilk uskuna denize indirildiğinde izleyicilrden birinin suda nasıl da kayıyor demesinden türemiş.
Bu tekneyi üzerinde bir tane bile vinç koymadan , basit palangalar ile kolayca kullanabilmek mümkün.
ama ben size en iyi bildiğim yelkenliyi , yol arması olan kotrayı (gaff cutter yawl ) bir yelkenliyi anlatayım.
Önce mükemmel teknolojisinden bahsedielim biraz. Mükemmelliği basitliğinden ve basit olduğu kadar akılcılığından kaynaklı.
Nedeni basit.. Çünkü bu tekneyi kullananların derdi yelken yapmak değildi. Bunlar yelkeni itici güç olarak kullanan , yaşam kavgası veren insanlardı. O yüzden yaptıkları " iş " sırasında yelken , onların en son düşündüğü şeydi ve mümkünse kendi kendine gitmeliydi işte. Çünkü o sırada bu insanların başkaca yapacakları vardı.
İşte yol (yawl ) böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Yelken alanının yarısı havuzluğun üzerinde değil ve ciddi bir miktarı da teknenin güvertesinde değil. üstelik kendisi kontra değiştiriyor. Açılma sırasına göre yelkenler şöyle sıralanmakta.
Bocurum, randa arma ana yelken , trinket , flok , karanfil, kontra flok ve valena.
Bende bu yelkenlerden sadece valena yok. ancak gerek karanfil, kontra flok ve valena hafif hava yelkenleri. Sonuçta eski günlerdeki gibi yük taşınmadığından valena ya bu güne kadar çok ta ihtiyaç duymadım açıkçası. Ancak apaz seyirde özellikle karanfilin etkisi inanılmaz. Kontra flok yelken özellikle orsa da faydalı ancak , bu toplam yelken alanını 45 m2 ye çıkarıyor ki bu benim için bile bir macera demek oluyor. ancak bir gün şu sert hava ekibi ile bu yelkeni de basarız gibime geliyor.
Şİmdi bu yelkenlerden her havada basılanı emektar bocurum. Bu yelken sanki kıçtan takma bir motor gibi. Tamamen denizin üzerinde ve siz tramola attıkça kendisi kontra değiştiriyor. Siz dokunmuyorsunuz bu yelkene. Özellikle sert hava seyirlerinin vazgeçilmezi bu yelken. Tek başına 4, -4,5 knot hız yaptırıyor , üstelik neredeyse hiç bayılmadan. Bu yelkenin büyüklüğü bir sörf eğitim yelkeni kadar. Düşünün 5 ton tekneyi bu hıza ulaştırabiliyor pupa seyrinde. O da teknenin kesitinden kaynaklı . O da ayrı bir konu .. Kısaca bahsedeceğiz ondan da.
Şimdi bunun karşılığı olan yelken ise trinket. Pruva hattından sayarsak ikinci flok diyelim. Şimdi bu yelkenin de alanı neredeyse bocurum kadar. Tramola arabası var ve bu yelken de tramolalarda kendisi kontra değiştiriyor. Siz hiç dokunmuyorsunuz bu yelkenlere.
Eee diyeceksiniz ne var şimdi bunda ? Ne işe yarıyor ki bu. ? Şu işe yarıyor dostlar.
Geçen yaz sabaha karşı iki gibi Midilli'nin Sigri limanına yanaştım. Kritik bir zamanlama idi ve hava raporları tam da bu saatte kıbleden sert rüzgar uyarısı yapmaktaydı. Nitekim tam da bu saatte rüzgar başladı ve sabaha karşı limanda bile durulmaz oldu. Limanın daha içine , balıkçı barınağının arkasına sığındım. Bura da da durmak mümkün değildi. Zaten Orası burası derken sabah saat sekizi de bulmuştum.
O günkü program da Molivos limanına ulaşmak var. Sigri 'den adanın batısından kuzeye tırmanacağım ve Babakale'yi görene kadar hava sert olacak. Ancak Doğuya dönünce Adanın gölgesinde kalacağım ve rahatlayacağımı umuyorum.
Tek başıma seyir yaptığımı da hatırlatayım. Güvenlik şart. En ufak bir hata ciddi sıkıntı demek. Deniz dalgalı, hava sert. İşte bu iki yelken , Bocurum ve trinket ile geniş apaz seyri ile hayatımın en keyifli yelken seyirlerinden Birini yaptım.
Adayı döndükçe rüzgar azaldı, azaldıkça yelken büyülttüm, önce flok, sonra ana yelken.. Bütün Midilli 'nin batısı ve kuzeyini yelken ile geçtim. saat 15 30 gibi Molivos açıklarında idim ve hava da kalmıştı.
Böyle dalgalı ve sert bir hava da yelken basmak işte ancak böyle küçük ve kullanımı kolay bir arma ile mümkün olabiliyor dostlar.
Seyir sırasında ben sadece etrafı seyrettim o kadar.
İşte size bocurum.
Tayo Mar ile Gökçeada'ya yanaştığımda , gezgin korsanlardan iki tekne daha vardı. Dostumun Tayo Mar 'a bakıp, Yahu abi sen bununla buralara nasıl geldin diye sorduğunu hatırlıyorum. Ben de ona kardeşim benimki açık deniz teknesi , esas sen kendi teknenle nasıl geldin diye sormuştum Tayo Mar , suya yakın bir tekne. Altı gözükmüyor. İlk karaya aldığımda da beni çok şaşırtmıştı. Sudan çıktıkça çıkan bir omurga salma .. İşte 40 m2 nin üzerindeki bu yelkenleri dengeleyen omurga salma..
İşte Boğazdaki yarıştan bir görüntü. BU sene sert lodosta yarışıldı malum.. Tayo Mar , orsa gidiyor. Bordo olan trinket efendim. , Bocurum kuyruktaki.
Nedense bu bloğa koyduğum videolar gözükmüyor. Desteklemek için Heyamola Face sayfasına da bir iki video ekleyeceğim.
19 Aralık 2016 Pazartesi
SORULAR...SORULAR...SORULAR...
Kaptan şöyle dönüp bir baktı dümen suyuna ;
Hızla arkasında kalıyordu birbiriyle yarışan köpükler ve şekiller oluşturuyordu pervanenin etkisi ile.
Tekrar ufka döndüğünde bakışları, derin düşüncelere dalmıştı.
"Acaba" diyordu, bu güzelliklere bakarken, "hayatımız da bu dümen suyu gibi hızla akıyor ve her şeyi kaçırıyor muyuz yoksa uyum içinde miyiz hayatla"
Tekne miyim yoksa dümen suyu mu ?
Nihayetinde hayat bir limandan ayrılıp yakın yada uzak bir başka limana ulaşmak değil mi ? Hayat ile eşdeğer midir bu seyir ? Peki karada ki her anımda neler kaçırıyorum ?
Düşün, denize her açıldığında hissetiklerini, teknene her dokunduğunda ki mutluluğunu.
Kara da iken nasıl özlüyorsun ? Aklın hep onda değil mi ? Ahh şimdi havuzluğunda olmak vardı, dümen başında. Rüzgarı sadece yüzünde değil ruhunda hissetmek. Yelkenlerin sesi, teknenin dalgalarla oynaşması.
Evren ile bir bütün olduğunu hissetmiyor musun ?
Tanrı ile konuşmuyor musun ? Gökyüzüne bak, rengarenk gökyüzüne. Pembeler, kırmızılar,turuncular ve nice renk, masmavi bir yerin üzerinde, ayna gibi, ufacık bir nokta gibi hissetmiyor musun kendini. Belki aciz, belki yorgun ama asla yalnız değil.
Cennet var mıdır gerçekten ? Peki bir denizcinin cenneti nasıl olur ki ? Saydıklarımdan farklı mıdır ? Yoksa zaten bir denizci kendi cennetini bulmuş mudur ? İnsan niye çalışır çabalar ki bu dünyada yada öbür dünya için. Her ikisinde de cennete ulaşmak yada cennet gibi bir hayat yaşamak için değil mi ? O zaman eğer bir denizci bulduysa kendi cennetini neden cehennem de yaşamak için ısrar eder ki ?
Bizde hayatın dümen suyuna mı uyuyoruz yoksa. ? Hemen her şeyde onun istediğini yaparak ona uyduğumuza göre.
Evet, evet dümen suyu olmalıyız. Olmasaydık, kendi cennetimizden böyle çok uzak dururmuyduk? Suçu hayata atıyoruz, oysa hayat seçenek vermiş. "Al" demiş. "işte senin cennetin, istiyormusun ? Az ile yaşa, huzur ile yaşa, mutlu ol " yada "Git, insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı cehennemde yaşa"
Vazgeçemiyoruz, bize dayatılandan, her şeyin "çoğunu" istiyoruz. Şu Meksikalı balıkçı ile zengin iş adamı hikayesinde ki gibiyiz. Bizi mutlu edecek şeyleri biliyoruz ama aç gözlü olabilir miyiz ?
İlk limanımız doğumhane idi, gideceğimiz son liman belli. İki liman arasında neler kaçırıyoruz ?
Yoksa tekne miyiz ? yani hayatın ta kendisi. Yavaş yavaş ilerliyoruz, rüzgarın götürdüğü yönde. Peki, rüzgarın götürdüğü yönde mi gitmek iyidir yoksa dümenin başında istediğimiz yöne mi gitmek ?
Yarına çıkmak için senedimiz var mı ? Hayallerimize, bizi beklediğini bildiğimiz cennete ulaşmak için ne bekliyoruz ?
Az ile çok ve mutlu yaşamak mı ? Çok ile az ve mutsuz yaşamak mı ?
Hızla arkasında kalıyordu birbiriyle yarışan köpükler ve şekiller oluşturuyordu pervanenin etkisi ile.
Tekrar ufka döndüğünde bakışları, derin düşüncelere dalmıştı.
"Acaba" diyordu, bu güzelliklere bakarken, "hayatımız da bu dümen suyu gibi hızla akıyor ve her şeyi kaçırıyor muyuz yoksa uyum içinde miyiz hayatla"
Tekne miyim yoksa dümen suyu mu ?
Nihayetinde hayat bir limandan ayrılıp yakın yada uzak bir başka limana ulaşmak değil mi ? Hayat ile eşdeğer midir bu seyir ? Peki karada ki her anımda neler kaçırıyorum ?
Düşün, denize her açıldığında hissetiklerini, teknene her dokunduğunda ki mutluluğunu.
Kara da iken nasıl özlüyorsun ? Aklın hep onda değil mi ? Ahh şimdi havuzluğunda olmak vardı, dümen başında. Rüzgarı sadece yüzünde değil ruhunda hissetmek. Yelkenlerin sesi, teknenin dalgalarla oynaşması.
Evren ile bir bütün olduğunu hissetmiyor musun ?
Tanrı ile konuşmuyor musun ? Gökyüzüne bak, rengarenk gökyüzüne. Pembeler, kırmızılar,turuncular ve nice renk, masmavi bir yerin üzerinde, ayna gibi, ufacık bir nokta gibi hissetmiyor musun kendini. Belki aciz, belki yorgun ama asla yalnız değil.
Cennet var mıdır gerçekten ? Peki bir denizcinin cenneti nasıl olur ki ? Saydıklarımdan farklı mıdır ? Yoksa zaten bir denizci kendi cennetini bulmuş mudur ? İnsan niye çalışır çabalar ki bu dünyada yada öbür dünya için. Her ikisinde de cennete ulaşmak yada cennet gibi bir hayat yaşamak için değil mi ? O zaman eğer bir denizci bulduysa kendi cennetini neden cehennem de yaşamak için ısrar eder ki ?
Bizde hayatın dümen suyuna mı uyuyoruz yoksa. ? Hemen her şeyde onun istediğini yaparak ona uyduğumuza göre.
Evet, evet dümen suyu olmalıyız. Olmasaydık, kendi cennetimizden böyle çok uzak dururmuyduk? Suçu hayata atıyoruz, oysa hayat seçenek vermiş. "Al" demiş. "işte senin cennetin, istiyormusun ? Az ile yaşa, huzur ile yaşa, mutlu ol " yada "Git, insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı cehennemde yaşa"
Vazgeçemiyoruz, bize dayatılandan, her şeyin "çoğunu" istiyoruz. Şu Meksikalı balıkçı ile zengin iş adamı hikayesinde ki gibiyiz. Bizi mutlu edecek şeyleri biliyoruz ama aç gözlü olabilir miyiz ?
İlk limanımız doğumhane idi, gideceğimiz son liman belli. İki liman arasında neler kaçırıyoruz ?
Yoksa tekne miyiz ? yani hayatın ta kendisi. Yavaş yavaş ilerliyoruz, rüzgarın götürdüğü yönde. Peki, rüzgarın götürdüğü yönde mi gitmek iyidir yoksa dümenin başında istediğimiz yöne mi gitmek ?
Yarına çıkmak için senedimiz var mı ? Hayallerimize, bizi beklediğini bildiğimiz cennete ulaşmak için ne bekliyoruz ?
Az ile çok ve mutlu yaşamak mı ? Çok ile az ve mutsuz yaşamak mı ?
AHŞAP TEKNE MERDİVENİ
Dün fotoğrafını koymuş olduğum bu ahşap merdivenin hikayesi aslında bir iki günlük değil , neredeyse iki yıllık sevgili dostlar. Yukarıdaki henüz itmemiş ham hali.
Şimdi efendim hikayenin temelinde benim ahşap takıntım ve daha sonra ortaya çıkmış bulunan Tayo Mar 'a yakışıp yakışmama meselesi.
Aslında iki yıl önce , Perşembe pazarında bir ahşap işliğinde bulmuştum bir merdiven. Satıcı pahalıca bir fiyat söyleyince ben benim düşündüğüm fiyatı söyledim. Satıcı çetin ceviz çıktı. İki yıl her Perşembe pazarına gidişte uğradım. Yahu zaten benim tekneden başka tekneye uyması da mümkün değil. Yok .. satmıyor adam. Nuh diyor Peygamber demiyor .
Bu süreçte neler gelmedi ki başıma. Her türlü ip merdiveni alıp denedim. Hatta bir keresinde kendim bile yaptım bir tane. Ama o yeğe göğe sığdıramadığım şarap kesiti yok mu Tayo Mar 'ın. .. Her yeni merdivende doğru suya .. Sonra cebelleş dur. Tüm ip merdivenler teknenin altına kaçıyor. Çıkmak mümkün değil. Hani şu meşhur gerilim filimi var ya . adamların hepsi denize atlıyor ve tekneye çıkamıyorlar.. Benim de durumum bu. Birde rezil olmayayım diye dip bucak yerlere demirleyip deniyorum ya merdiveni. Hani yardım istesem yardım edecek kimse de yok.
Bu aşamada sevgili eşim de nasibini aldı bu merdiven işinden. Telefon konuşması şöyle..
-Aşkım ...... den yeni bi merdiven aldım..
-Yine mi .. eeee..???
-Şimdi ben suya atlıyorum..
-???
-Yarım saate seni aramaz isem tekneye çıkamadım demektir.
-Antigoni restoranı ara gelip beni kurtarsınlar.
-Kocam manyakmısn sen yaa..
Bu ve benzer konuşmalar tam üç kere yapıldı sanırım. Birincisinde bir usturmaça merdiven ile, ikincisinde plastik vir ip merdiven ile ve sonuncusunda da kendi yaptığım ip merdiven ile.
Hepsi hüsran ile sonuçlandı. İnadım inat almıyorum merdiveni. Her gidişimde kedi ciğer misali nasıl da imreniyorum ama.
Geçen yıl merdiven işini çözemedim velhasıl. Bu sefer Perşembe pazarından ucuzundan bir Çin malı merdiven aldım. İçime sinmedi ama olsun. Kendi kendimle kavga ediyorum.
-Bu ne rezil şey yaa..
-Ahşap manyağı geri zekalı herkes bunu kullanıyor
-Çok çirkin bu yaa..
Ve ilk denememde basamak yerinden çıkıverdi. Dayanaklar da sıyırdı. O hışımla merdiveni geri götürdüm. Aldığım mağaza kapalı. Ancak aynı merdiveni satanlar da var. Girip söyleniyorum. BU kadar dandik merdiven satılır mı diye.
Dükkanlardan biri mal tedarik eden toptancının Perşembe pazarında olduğunu söyledi. Arayıp, müşteri şikayeti olduğunu , hemen gelmesini söyledi. Firma temsilcisi geldi. Benzer şekilde söylenip durdum. Adamcağız belki imalat hatası vardır diyerek , yenisi ile değiştirdi merdiveni.
Düşünün artık nasıl söylendiysem artık. Başka bir dükkandan aldığım merdiveni başka bir dükkandan değiştirdim.
Yunana gideceğim , son hazırlıklar artık. Ama içime de bir kurt düştü artık. Sağlamlaştırmam lazım merdiveni. Bu sefer alüminyum borudan imal , plastik merdivenlerin arasına halat doladım. İki basamak arasında halat sıkışınca , diğer basamakları da aynı şekilde sağlamladım. abi aynı halattan olmayınca başkaca başkaca artık ve eski halatları dolayıp duruyorum. Hepsi farklı kalınlıkta ve renklerde birde ..
Zaten merdiveni beğenmiyorum.. Bu hali ile görünümü tam bir felaket.. ama bu sefer taş gibi oldu merdiven..
Ama öyle çirkin ki .. Teknede gözümün görmeyeceği yerlere koyuyorum hep. İnadına gözüme takılıyor sürekli. Sanki bir canlı varlıkmış gibi acımaya başladım merdivene resmen.
Ama her kullandığımda herkes bana bakıyor gibi geliyor. Ne yapayım alenen utanıyorum merdivenden.
Araştırmadığım ,bakmadığım site kalmadı.. Yok ki yok.. İçime sinen bir merdiven bulamıyorum.
İş o dereceye geldi ki eski İş teknelerinin fotoğraflarnı araştırıyordum artık. Bir tane merdivenli resim bulamadım. Nasıl çıkıyor kardeşim bunlar tekneye diye söylenip duruyorum.
Kafamda bir dolu zihni sinir projeleri oluşuyor. Her biri tam istediğim gibi değil. Güzel olacak , sağlam olacak. Ahşap olacak, kaldırdığımda başka bir işe yararayacak (paserella ya da bumba taşıyıcısı gibi ) Pirinç vida ve aksamlar ile sağlamlaştırılacak, İyi , kaliteli ahşaptan olacak. Olacak da olacak..
Yaa işte öyle dostlar , öyle kolay olmadı yani. Durun yahu , nasıl yaptım onu da anlatacağım.. Bir iki soluklanayım..
Dün fotoğrafını koymuş olduğum bu ahşap merdivenin hikayesi aslında bir iki günlük değil , neredeyse iki yıllık sevgili dostlar. Yukarıdaki henüz itmemiş ham hali.
Şimdi efendim hikayenin temelinde benim ahşap takıntım ve daha sonra ortaya çıkmış bulunan Tayo Mar 'a yakışıp yakışmama meselesi.
Aslında iki yıl önce , Perşembe pazarında bir ahşap işliğinde bulmuştum bir merdiven. Satıcı pahalıca bir fiyat söyleyince ben benim düşündüğüm fiyatı söyledim. Satıcı çetin ceviz çıktı. İki yıl her Perşembe pazarına gidişte uğradım. Yahu zaten benim tekneden başka tekneye uyması da mümkün değil. Yok .. satmıyor adam. Nuh diyor Peygamber demiyor .
Bu süreçte neler gelmedi ki başıma. Her türlü ip merdiveni alıp denedim. Hatta bir keresinde kendim bile yaptım bir tane. Ama o yeğe göğe sığdıramadığım şarap kesiti yok mu Tayo Mar 'ın. .. Her yeni merdivende doğru suya .. Sonra cebelleş dur. Tüm ip merdivenler teknenin altına kaçıyor. Çıkmak mümkün değil. Hani şu meşhur gerilim filimi var ya . adamların hepsi denize atlıyor ve tekneye çıkamıyorlar.. Benim de durumum bu. Birde rezil olmayayım diye dip bucak yerlere demirleyip deniyorum ya merdiveni. Hani yardım istesem yardım edecek kimse de yok.
Bu aşamada sevgili eşim de nasibini aldı bu merdiven işinden. Telefon konuşması şöyle..
-Aşkım ...... den yeni bi merdiven aldım..
-Yine mi .. eeee..???
-Şimdi ben suya atlıyorum..
-???
-Yarım saate seni aramaz isem tekneye çıkamadım demektir.
-Antigoni restoranı ara gelip beni kurtarsınlar.
-Kocam manyakmısn sen yaa..
Bu ve benzer konuşmalar tam üç kere yapıldı sanırım. Birincisinde bir usturmaça merdiven ile, ikincisinde plastik vir ip merdiven ile ve sonuncusunda da kendi yaptığım ip merdiven ile.
Hepsi hüsran ile sonuçlandı. İnadım inat almıyorum merdiveni. Her gidişimde kedi ciğer misali nasıl da imreniyorum ama.
Geçen yıl merdiven işini çözemedim velhasıl. Bu sefer Perşembe pazarından ucuzundan bir Çin malı merdiven aldım. İçime sinmedi ama olsun. Kendi kendimle kavga ediyorum.
-Bu ne rezil şey yaa..
-Ahşap manyağı geri zekalı herkes bunu kullanıyor
-Çok çirkin bu yaa..
Ve ilk denememde basamak yerinden çıkıverdi. Dayanaklar da sıyırdı. O hışımla merdiveni geri götürdüm. Aldığım mağaza kapalı. Ancak aynı merdiveni satanlar da var. Girip söyleniyorum. BU kadar dandik merdiven satılır mı diye.
Dükkanlardan biri mal tedarik eden toptancının Perşembe pazarında olduğunu söyledi. Arayıp, müşteri şikayeti olduğunu , hemen gelmesini söyledi. Firma temsilcisi geldi. Benzer şekilde söylenip durdum. Adamcağız belki imalat hatası vardır diyerek , yenisi ile değiştirdi merdiveni.
Düşünün artık nasıl söylendiysem artık. Başka bir dükkandan aldığım merdiveni başka bir dükkandan değiştirdim.
Yunana gideceğim , son hazırlıklar artık. Ama içime de bir kurt düştü artık. Sağlamlaştırmam lazım merdiveni. Bu sefer alüminyum borudan imal , plastik merdivenlerin arasına halat doladım. İki basamak arasında halat sıkışınca , diğer basamakları da aynı şekilde sağlamladım. abi aynı halattan olmayınca başkaca başkaca artık ve eski halatları dolayıp duruyorum. Hepsi farklı kalınlıkta ve renklerde birde ..
Zaten merdiveni beğenmiyorum.. Bu hali ile görünümü tam bir felaket.. ama bu sefer taş gibi oldu merdiven..
Ama öyle çirkin ki .. Teknede gözümün görmeyeceği yerlere koyuyorum hep. İnadına gözüme takılıyor sürekli. Sanki bir canlı varlıkmış gibi acımaya başladım merdivene resmen.
Ama her kullandığımda herkes bana bakıyor gibi geliyor. Ne yapayım alenen utanıyorum merdivenden.
Araştırmadığım ,bakmadığım site kalmadı.. Yok ki yok.. İçime sinen bir merdiven bulamıyorum.
İş o dereceye geldi ki eski İş teknelerinin fotoğraflarnı araştırıyordum artık. Bir tane merdivenli resim bulamadım. Nasıl çıkıyor kardeşim bunlar tekneye diye söylenip duruyorum.
Kafamda bir dolu zihni sinir projeleri oluşuyor. Her biri tam istediğim gibi değil. Güzel olacak , sağlam olacak. Ahşap olacak, kaldırdığımda başka bir işe yararayacak (paserella ya da bumba taşıyıcısı gibi ) Pirinç vida ve aksamlar ile sağlamlaştırılacak, İyi , kaliteli ahşaptan olacak. Olacak da olacak..
Yaa işte öyle dostlar , öyle kolay olmadı yani. Durun yahu , nasıl yaptım onu da anlatacağım.. Bir iki soluklanayım..
18 Aralık 2016 Pazar
Sevgili dostlar,
Bence hepinize teşekkür etmekte geç bile kaldık. Kaan , Ahmet , Bülent ve Ben , anılarımızı paylaşacağımız bir blog kurup, yazalım istemiştik. Açıkçası bu kadar ilgi ve katılım beklemiyorduk. İş bizi geçti sevdiğimiz başkaca dostlar da yazmaya , bu yazılanlara yorumlar yapılmaya başlandı.
Bizler bu bloğu herhangi bir yaşanmışlık sonucu duyduğumuz tepki nedeni ile açmadık. Kimsenin rakibi olmayı , kimse ile bir şeyler yarıştırmayı da hiç düşünmedik. Denizde olmayı ve yaşadıklarımızı paylaşmayı seviyoruz hepsi bu.
Burada yazdıklarımı daha hiç bir dostumla da paylaşmadım gerçi ancak görünen o ki bu blog kalıbı bize dar geliyor ve bu artarak devam edecek. Yazmak isteyenler ya da yorum bırakmak isteyenler için format çok yetersiz ve çok değerli konular aşağılarda kalıp kayboluyor. Hala keyifle okuyayım diye sona sakladığım ve hala okuyamadığım yazılar var.
Dedim ya kimseye rakip olmak gibi bir durumumuz yok. İhtiyacımız hevesimiz de yok. Kimi işleri biz daha iyi yaparız ya da bizim önerilerimiz daha doğrudur gibi bir savımız , acelemiz de yok.
Gerçi biz istemesek de formatı değiştirdiğimizde kendiliğinden rakip olurmuyuz gibi bir kaygı taşımıyor da değilim .
Peki bu son derece amatörce hazırlanmış olan Heyamola'ya bu kadar ilgi sadece yazılanlara duyulan ilgi midir ? Yoksa yeni bir formata duyulan bir ihtiyacın da etkisi var mıdır ?
Bilmiyorum. Ama tartışılabilecek bir konu. Belki de daha erken bile denebilir aslında ancak sorun şu ki blog formatının kalıbı bir süre sonra Heyamola'nın gelişimini de olumsuz etkilemeyecek mi ? O yüzden daha işin başında ileride değiştirmeye kalktığımızda zorluklar yaşayacağımız Forum yapısına şimdiden mi geçmeli.?
Peki gelmek istediğimiz nokta bu mudur.? Kafam karışık gerçekten.. Ya tepki gösterdiğimiz şeyleri yapan bu sefer bizler olursak.? "Bu ne yaman bir çelişki " olmaz mı ?
Ne dersiniz.? Fikri olan.. ?
Ersin Böke
Ersin Böke
Seyir Notlarından (Gümüşyaka - Marmara Ereğlisi) Mayıs 2015
Gümüşyaka’ya vardıktan sonra üç gün boyunca Marmara Ereğlisi’ne varmaya çalışsam da gerek havanın durgun olmasi, gerekse rüzgar ve dalga durumunun orsa seyri yapmamı olanaksız kılması zaman kaybetmeme neden oldu. Bunun dışında Gümüşyaka'daki günlerimde Süvari Beyin evinde konuk oldum.
Süvari bey elli yıla yakın uzak yol kaptanlığı yapmış alaylı bir büyüğümüz. Kendisinin deyimiyle kendisi gibi dinozorlardan sadece dört kişi kalmış. Zaman zaman Üsküdar'da toplanıp sohbet ederlermiş.
Günün birinde yaşça en büyük olan Süvari Bey (Doksan üç yaşında) bizim Süvari Beye (Yetmiş iki yaşında) "Oğlum kap getir bir çay diye" seslenmiş. Bizimki de çayı alıp hizmet etmiş. Bunun gören görevli bir kadın şaşkın bakışlarla kalakalmış. "Bizde böyledir" diyor Süvari Bey. Ben de samimiyetimize istinaden bundan sonraki yazılarımda kendisinden söz ederken Beybaba diye hitap edeceğim.
Bizim Beybabanın muhteşem bir evi var. Üç katlı, bahçeli, garajlı çok denizci bir ev. Evet , denizci dedim. Sebebi bahçesindeki çarmıhı, ıstralyalarıyla direği, küçük havuzunda yüzen gemicikleri, kocaman çıpası ; garajında birkaç teknenin yedek parça gereksinimini karşılayacak el aletleri, denizcilik donanımları, sağ kalma elbiseleri, bantlar, spanzetler neler neler ; Evinin üç katında ise tekerlek üzerinde dönen küçük yelkenli tekneler, uzak diyarlardan getirdiği çeşitli egzotik eserler, çan, vinç saymakla bitmez.
Kediler için imal edip bahçesine koyduğu kedi evlerini de söylemeden geçemeyeceğim.
Gümüşyaka'da zaman geçirirken çarmıh iplerinden birinin kopması daha sağlam bağlantı ipleri kullanmama neden oldu.
Son gün artık bir şekilde seyre çıkmam gerekiyordu. Rahmetli babaannemin nasihati : "Kardeşin olsa bile misafirlik en çok üç gündür." Beni bu süre içinde misafir eden kırk beş yıllık uzak yol kaptanı Tuncay Beybabayla vedalaştım. Hafif esen bir rüzgarla Sultanköy önlerine kadar vardım. Ancak rüzgar yine kesildi.
İstanbul’dan Gümüşyaka'ya kadarki seyir boyunca gözlemlediğim kadarıyla rüzgarsız günlerde akşam üstleri birçok kere rüzgar esmeye başlayabiliyordu. Bunun ümidiyle kürek çekmeye başladım.Orsa 1 yapısı gereği kürek çekme konusunda herhangi ahşap kayığa göre randıman vermiyor olsa da en azından kaplumbağa hızında yol alabiliyordum. Bir kaç saat kürek çektikten sonra Marmara Ereğlisi Botaş önlerine kadar vardım. Bu sırada beklediğim rüzgar pupadan gelmeye başladı. Bunun mutluluğuyla seyir yaparken rüzgar kendini daha da hissettirdi. Botumun kendine özgü koşullarında kendimi uçuyor gibi hissettim.
Çok keyifli bir seyirden sonra birkaç kavança ile Marmara Ereğlisi balıkçı barınağına vardım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)