27 Kasım 2016 Pazar

AMATÖR DENİZCİLİK ÜSTÜNE BİR DENEME



           Bu yazıyı yazmama neden olan Ersin Böke’nin Göçmüş Denizcilerin Nefesleri başlıklı yazısı. O yazıyı severim. Samimi bir yazı olduğundan masal gibi gelir bana. İmla hatalarını bile görmem.
            
       Sıradan bir Avrupalı gezginin yazdığı yazıların tınısını taşır. Geçmişle bugün, bugün ile gelecek arasında kurulan öznel duyguları anlatır. Hem bireyseldir, hem de bir kültüre aittir.
            
       “Hem de bir kültüre aittir” dediğim zaman, bu yazıyı , Böke’nin öznel alanından çıkartıp, bir başka alana taşımış oluyorum; Bir “kültür” e,  Denizcilik Kültürü’ne. Ayrıca bir başka “özne”likten söz etmiş oluyorum; Denizci "özne"den!
            
     Kültür, Fransızca’dan Türkçemize geçmiş bir sözcük. Daha çok “bir şeyleri ekmek, üretmek”’ten türetilmiş. Arapça karşılığı “Hars” ‘tarla sürmek’ anlamına geliyor. Türk Dili Kurumu, Türkçe olarak “Ekin” sözcüğünü önermiş.
            
         Kültür, en geniş anlamıyla, “özgül bir grubun yaşam tarzını oluşturan değerler, adetler, inançlar ve pratikler bileşiğidir”. Denizcilik Kültürü dediğim zaman, frengi deliğinden, İskeleden, doklardan, halat vermekten ,, “ denize ekmek atmaktan , “apazdan” “İlyas’tan” ve “helesa yessa” dan da söz etmiş olurum. Bir dilin, kültürün içine girmiş olurum. Bir dilin içine girmek demek, onun içinde düşünmek, ona ait olmak demektir. Bir dili, ancak o dilde düş görüyorsanız öğrenmiş olduğunuz söylenir. Bir yandan da hangi dilde düşünürseniz o dilin kültürünün egemenliği altındasınızdır. Ama  bu durum bazen, garip sonuçlar da doğurabilir. Türkçe bilmeyen Türk kökenli biri Almanca düş görüp, ailesinin görenekleri nedeniyle yarı Alman yarı Türk gibi de davranabilir. Genellikle herhangi bir yere ait hissedemez kendini. Her yerde her şekilde yabancıdır. Bir Alman için Türk, Bir Türk için Alman. Buna da kozmopolit denir. Terry Eagleton bir yerlerde, “göçmen evine dönemez, kozmopolitin dönecek evi yoktur” demişti.
            
          Ben Türk denizciliğini buna benzetiyorum. Kozmopolit. Biz  denizcilik dilini öğreniyor, ama onun içine giremiyoruz. Almanca düş gören üçüncü kuşak Türkler gibiyiz.  Denizle doğrudan ilişki kuranlar için karacı, karadakiler için denizci. Her nereye gidersek sahiden onlar gibi değiliz.
          
        Pek azımız  bir teknenin inşasına tanık olur, balıkçılarla hasbıhal etmekten veya ahbaplık kurmaktan çekinmez. Ailece ilişkileri kuranların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez.
     
      Her nasılsa edinilmiş bir asilzadelikle, denizden ekmeğini çıkaran ve dolayısıyla denizle doğrudan bir üretim ilişkisinin içinde olan, bu ilişkinin geliştirdiği bir dile sahip ve bu nedenle de bir kültür yaratan deniz emekçilerine uzak duruyor, burunluyoruz. Dokların gürültüsünü çekmeden insanların neden kendi teknelerini yapmadıklarını sorguluyoruz. Oysa buralar, ekinin ekildiği yani kültürün yaratıldığı yerlerdir bana göre.  
  
          Marina kültürü ile denizde olmanın, bağlanacak iyi restoran arayışı ile deniz kültürünün bağını kurmaya çalışıyoruz ve teknelerimizdeki elektroniğe harcadığımız zihinsel emek, doğru trime yönelen bedensel emeğimizden kat kat fazla. Bursa demeden Bravo’yu öğreniyoruz. Çoğu tekne sahibi, tekne sahibi olmayı sosyal bir ilişki türü olarak görüyor.

             Bu durum, ancak, kozmopolit bir kültür yaratabilir. Amatör denizcilikte kozmopolit kültür, kendisini yarışlarda ve iyi içki tariflerinde açığa çıkarır. Gerçi bu durum, çağımızın kültür anlayışına da ters düşmez. Zira bugünlerde “ Fransız felsefesine duyulan ilgi, yerini Fransız öpücüğüne gösterilen teveccühe bıraktı”.(Eagleton, Kuramdan Sonra).

            Marinaların Deniz Kültürüne sahip ülkelerin amatör denizcilerine yapacağı kültürel etkiyle, bizdeki etki bir ve aynı olamaz. Oralarda amatör denizcilik, bir üretim ilişkisinin, sermayenin birikmesiyle hobi haline gelmesi iken, bizdeki ilişki, sermayenin birikmesi ile yapacak iş bulamayan burjuvanın sonradan edindiği hobisi şeklinde tezahür eder. İlki, o dilin, kültürün içinden geldiğinden bu uğraşın olabilecek bütün değerleri ile barışıktır ve geçmiş denizcileri anma gereği duyar.  İkinci sözü edilen tip ise, boş zamanı değerlendirmenin çoğu kere bir maden işçiliği kadar yorucu olduğundan habersizdir. Biri teknesinin boyu ile uğraşırken diğeri işlevine bakar.

            Kuşkusuz ve tabii ki, denizci ülkelerde de marina yaşam biçimi belirli bir dönüşüme yol açacaktır veya açmıştır. Ama hiç olmazsa bir tarihleri var. Ve tarih dediğimiz  şey o ya da bu şekilde ruhunu daha sonraki kuşaklara aktarır.

            Bizde, balıkçı barınaklarına, limanlara, doklara hiç uğramadan marinalarda veya yalnızca amatör denizcilerin bağlandığı barınaklarda yeşeren amatör denizciliğin tarihi köklü ve kudretli değildir. Şimdinin amatör denizcileri olan bizlerin geleceğe aktaracak ve sürekli iyiye evrilebilecek bir kültürü olmaması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Anlatacak çok az şeyimiz var.

            Eğer şimdiden belirli önlemleri almazsak, küçük bir meltem esintisi olarak etrafımızda dönüp duran denize ait az ya da çok kültürel mirasımız yok olup gidecek, kısa sürede sonradan görme arabesk yaşam tarzına dönecek. Barbey d’Aurevilly’den yapılan şu alıntı kültürel yapıların nasıl hızla dağılabileceğini göstermesi açısından çok çarpıcı;

            “Herculaneum, küllerin altından yeniden çıkarılabildi; ama birkaç yıl, bir kentin örf ve adetlerini bütün yanardağların küllerinden çok daha iyi gömer” ( Aktaran, Benjamin, Pasajlar,syf 184,YKY yayınları,2014)

            Bu tehlikeyi görmezden geldiğimizde, W. Benjamin’in şahane anlatımıyla söylersek çocuklarımıza “ Tarihselciliğin umumhanesinde ‘bir zamanlar’ adlı fahişeyle günümüzü gün ettiğimiz” ve toplumsal olarak hiçbir yararı olmayan günleri anlatma durumunda kalabileceğiz:“Sadun Boro ile yürüyüş yaptım”, “Atasoy ile kahve içtim”.

            Bu minvalde ben, deniz emekçilerinden kopuk bir amatör denizciliğin hiçbir şekilde tarih için anlam ifade eden bir kültür yaratamayacağını düşünüyorum. Çünkü elimizde birkaç saygı değer istisnayı bir kenara bırakacak olursak “kültür” olarak dayanacağımız başka hiçbir şey yok.

            Hem Zulu ne ya?
           


20 yorum:

  1. Eski Deniz emekçisi yeni amatör denizci olaraktan yorumum "tek kelimeyle harika"

    YanıtlaSil
  2. Kalemine sağlık, pek beğendim. Bir hayli derin konu aslında. Hani bir söz vardır "Bir yere uyuyor olman, oraya ait olduğun anlamına gelmez" derler. Bu konunun, ciddi ciddi tartışılması gereken ve kişilerin aslında gizli davranışlarla bilerek yada bilmeden birbirini sınıflandırdığı bir alandır bu amatör denizcilik.

    YanıtlaSil
  3. Aslında, kişi yazı hazırladığında yaptığımız gibi Facebook sayfasından linkini her seferinde verse ve tartışılması gereken böyle konuları Facebook sayfasında, tartışmalara açsak daha iyi olmaz mı ?

    YanıtlaSil
  4. Aç konuyu sen; hem bloga okur gelir, hem tartışma orada daha hızlı döner.

    YanıtlaSil
  5. Bu arada teşekkür ederim her ikinize de.

    YanıtlaSil
  6. Bi form falan doldursak?

    YanıtlaSil
  7. Yanıtlar
    1. Çeşitli etkinliklerle ilgili hep aynı espriyi yapan senin hemşehrilerinden biri olur kendileri .

      Sil
  8. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  9. Şimdi anladım. Espriyi de. :)

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  11. Uzun zamandir okudugum en iyi 74 ncu makale, helal olsun Bulent asosyal bir kisilik olarak dokturmussun valla 😍

    YanıtlaSil
  12. Yine de ilk yüz'de olmak hiç fena değil be Cengo :)

    YanıtlaSil
  13. Aha da tam burasıdır zurnanın zırt deliği ;
    Marinaların Deniz Kültürüne sahip ülkelerin amatör denizcilerine yapacağı kültürel etkiyle, bizdeki etki bir ve aynı olamaz. Oralarda amatör denizcilik, bir üretim ilişkisinin, sermayenin birikmesiyle hobi haline gelmesi iken, bizdeki ilişki, sermayenin birikmesi ile yapacak iş bulamayan burjuvanın sonradan edindiği hobisi şeklinde tezahür eder. İlki, o dilin, kültürün içinden geldiğinden bu uğraşın olabilecek bütün değerleri ile barışıktır ve geçmiş denizcileri anma gereği duyar. İkinci sözü edilen tip ise, boş zamanı değerlendirmenin çoğu kere bir maden işçiliği kadar yorucu olduğundan habersizdir. Biri teknesinin boyu ile uğraşırken diğeri işlevine bakar.

    YanıtlaSil
  14. Sevgili dostum , elitizm hastalığına tutulmuş zamaneye iyi dokundurmuşsun. Sorun şu ki kültür yayılan, etkileyen ve etkilenen bir nane olarak bizi de bu zamanenin pazarına çekebiliyor. Farkında olmadan burnumuz havalarda modaya uyarken yakalayabiliyoruz kendimizi. Bu yazı bana iyi geldi. Eline, kalemine, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  15. Çok teşekkür ederim Mikail abi. Cem abi size de vurgu için ayrıca teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  16. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  17. Ellerinize sağlık, çok güzel bir yazı..

    YanıtlaSil