Heyamola diyelim tüm dostlara ve söze öyle girelim..
Redaktör yine güzel bir yazı yazmış. Dostumun bu yazılarını okurken hep bir suçluluk duygusu oluşuyor bende. Hani ilkokulda ödevini yapmamış bir tembel öğrencinin , diğer çalışkan ve verilen ödevi yanıtlamak isteyen öğrencilerin sabırsızca "örtmenim .. örtmenim" diye kaldırdıkları parmakların arkasına saklanmaya çalışması gibi.
Bu redaktör , biz sağda solda sürter , gezer tozarken üşenmemiş ,sıkılmamış ve bir kütüphane dolusu kitabı bir obez edası ile beynine indirmiş gibidir sanki. Bu okuduğu kitapların yazarlarını ve tezlerini analiz etmek ile kalmaz bunları hayalinde tezleri doğrultusunda tartıştırır da..
Dolayısı ile bu adam ile konuşurken ya da yazışırken hiç bir zaman sadece kendisi ile tartışıyor olarak hissetmezsiniz kendinizi. Tanımadığınız, bilmediğiniz oysa felsefe dünyasının pop starı olan bu eski ve yeni yazar ya da düşünürler de arada tartışmaya katılır, ayar verirler size..
Artık cahil cesareti mi diyelim , yoksa şu dayak manyağı olmuş " Avanak Avni " ruhumu diyelim bilemedim , okuduklarımızdan bizde kalan üç kuruşluk bilgiye dayanarak bir eleştiri yazısı yazalım bakalım.
Ne demiş redaktör bir hatırlayalım.
Oralarda amatör denizcilik, bir üretim ilişkisinin, sermayenin birikmesiyle hobi haline gelmesi iken, bizdeki ilişki, sermayenin birikmesi ile yapacak iş bulamayan burjuvanın sonradan edindiği hobisi şeklinde tezahür eder. İlki, o dilin, kültürün içinden geldiğinden bu uğraşın olabilecek bütün değerleri ile barışıktır ve geçmiş denizcileri anma gereği duyar. İkinci sözü edilen tip ise, boş zamanı değerlendirmenin çoğu kere bir maden işçiliği kadar yorucu olduğundan habersizdir. Biri teknesinin boyu ile uğraşırken diğeri işlevine bakar.
Bence gerçek durum pek böyle değil. Yazı böyle alıntılar ile başladı ve bu çok hoş bir başlangıç olmadı gerçi ama bizim de oyuna süreceğimiz böyle bir iki yazar var canım..
Şimdi efendim, Meşhur " Hand , Reef and Steer Traditional sailing skills for classic boats" kitabının yazarı Tom Cunliffe bakınız ön sözünde ne yazmış. Gerçi O 'da görüşlerini pekiştirmek adına dünyayı küçük bir yelkenli ile ilk dönenlerden Conor O 'Brien 'den bir alıntı yapmış.
O'Brien, neredeyse 100 yıl önceden meşhur İngiliz İş teknelerini kullanan denizciler ve bu tekneleri yapanlar ile ilgili şu tespitte bulunmuş.
" BU tekneler.. fakir adamların fakir adamlar için yaptıkları teknelerdi , Sefalet , yokluk , bilgisizlik ve önyargıların kurbanı olan bu fakir adamlar yine de denizin sofistike felsefesini bilen denizcilerdi "
diyor. İşte bunlar tam da bizim Redaktör'ün anlatmaya çalıştığı denizci ulusların emekçileri idiler.
Oysa tarih pek öyle yazılmadı. Sanayi devrimi , bir çok eski değeri de yerle bir etti. Geçtiğimiz yüzyılın başında teknelere motor takılması ile birlikte binlerce yıllık, nice deneyimler ile elde edilmiş yelkenli tekne teknolojisi de terk edildi.
Gerçi bu başkaca bir tartışma konusu ancak konumuz bu değil. Denizci uluslar olarak bilinen bu uluslar da 1930 dan sonra beliren ancak 1950 ler de iyice hızlanan " yacht club " yelkenciliğinin bu eski denizciler ile ilişkileri incelendiğinde bunların köklerinin eski deniz emekçilerine dayandırılması ne kadar doğrudur.?
Zenginleşen ancak sonradan görme orta sınıfa karşı zengin seçkinlerin bir tepkisi olarak ortaya çıkmış olmasın sakın. ?
Günümüzün modern yatçılığının , bizdeki popüler tarif ile amatör denizciliğin kökleri için öyle çok derine gitmeye gerek yok kanımca. Readaktörün öne sürdüğü gibi bu kökler ne yazık ki öyle deniz emekçilerine kadar gitmiyor. Tam tersine tamamen "yacht club " kültürü temel oluşturuyor aslında.
Nitekim, bu yüzden de mümkün olduğunca rüzgara daha dar açı ile ve daha hızlı gitmeye çalışan , mevcut vahşi kapitalist hedefler ile birebir uyumlu yelkenliler ve tekneler üretiliyor artık.
Kimi lüksleri modern sananları kırmamak için " modern " diyelim haydi. Oysa yüz yıl öncesi yelken teknolojisine ve aslında daha da önemlisi felsefesine göre taş devrinden kalma , ilkel , bir anlamda " modern " olarak sunulan lüks ancak gereksiz teknoloji için hadım edilmiş olan koca koca şeyler dolaşıyor denizlerde.
Hayal etmek ve ne yazık ki asla gerçek olamayacak hayallerin peşinden koşmak sanırım kimi zaman sanal bir gerçekliğe dönüşüyor zamanla.
Sevgili redaktörün yazmış olduğu bu güzel yazı için söylenebilecek tek şey " keşke öyle olsaydı " dedirtiyor bana sadece..
ve evet..
Keşke öyle olsaydı redaktör.. Keşke..
Ersin Böke
Uzun yanıtın için teşekkür ederim. Kişinin kendi düşüncesinde ısrarcı olması saçmalıktır. O nedenle önce yazdıklarını sahiden muhakeme etmem, sonra bir yanıt vermem lazım. Belki seni haklı göreceğim, bilemiyorum.
YanıtlaSilKarşı çıkmak adına değil, ama yalnızca düşüncelerimize mihenk olabilecek bir veriyi paylaşmak istiyorum. Belki tartışmaya yararı olur. Dün, uzak ve büyük denizlerde yıllarca kalmış, usta bir denizci ve gezgin ile uzun bir sohbet yaptım. Konuşmasının bir arasında, "şimdi denizlerdeki(dünya denizlerinden söz ediyor) insanların profili 20-25 yıl öncekinden çok farklı. Neredeyse hiç genç yok, hep yaşlı çiftler... ben gezerken yeni çocuk sahibi olmuş o kadar çok kişi vardı ki, şimdi neredeyse 100 teknede 1 tekne kırklı yaşlarını süren, diğerleri hep 60'tan fazlalar".
Üzerinde düşünülmesi gereken bir veri.
Bunun sonrasında anlattıklarını, senin yazını iyice muhakeme ettikten sonra diyeceğim.
Sunu mu anlamaliyiz, deniz fakiri sevmez.
YanıtlaSil:) :) Ben Tayo-Mar'ı yapmakla Ersin'de sahip olmakla inanın bu ülkenin amatör denizciliğinde yepyeni bir ufuk açıldı. Birinci nedeni 1970lere kadar az da olsa var olup sonradan ülkenin "yacht club" kültürü ve bilinen, özellikle Avrupalı imalatçıların pazara saldırması ve ele geçirmesi sonucu oluşan garip bir denizcilik sevdasına "alternatif yelkenciliğin doğmakta olması ikinci nedeni ise yaşı henüz ellilerine ulaşmamış gençlerin önlerine konan yemeği yemek mecburiyetlerinden kurtulup evrensel tekne "estetiğini" yeniden keşfetmelerini sağladı.
YanıtlaSil" Kimi lüksleri modern sananları kırmamak için " modern " diyelim haydi. Oysa yüz yıl öncesi yelken teknolojisine ve aslında daha da önemlisi felsefesine göre taş devrinden kalma , ilkel , bir anlamda " modern " olarak sunulan lüks ancak gereksiz teknoloji için hadım edilmiş olan koca koca şeyler dolaşıyor denizlerde." ne kadar doğru.
" Sanayi devrimi , bir çok eski değeri de yerle bir etti. Geçtiğimiz yüzyılın başında teknelere motor takılması ile birlikte binlerce yıllık, nice deneyimler ile elde edilmiş yelkenli tekne teknolojisi de terk edildi.
Gerçi bu başkaca bir tartışma konusu ancak konumuz bu değil. Denizci uluslar olarak bilinen bu uluslar da 1930 dan sonra beliren ancak 1950 ler de iyice hızlanan " yacht club " yelkenciliğinin bu eski denizciler ile ilişkileri incelendiğinde bunların köklerinin eski deniz emekçilerine dayandırılması ne kadar doğrudur.? "
Günümüz yelkencilerinin tamamını kapsamasa da modern çağların karizmatik açık deniz yarışlarında - Fastnet , VandeGlobe vs - koşanların çok büyük bölümü "eski deniz emekçilerinin" ya torunları ya da onları ıcığına cıcığına kadar bilen yarışçılar.
Son olarak da şunu söylemek gerek: Denizcilik deneyim ve bilginin ötesinde "romantizm" de içermelidir. O romantizm hem eski denizcilere saygıyı hem de gelecek kuşaklara çok ciddi felsefi altyapının temel taşlarıdır.
NB: Sevgili Cenk ne yazık ki yaşadığımız ülkede deniz fakiri sevmiyor.
Müsadenle Tan Kaan;
YanıtlaSilFacebook taki yorumunu da buraya taşıyorum . Selamlar ...
"Zenginleşen ancak sonradan görme orta sınıfa karşı zengin seçkinlerin bir tepkisi olarak ortaya çıkmış olmasın sakın. ? " Şu cümleyi merkeze alarak düşünecek olursak, İki yazı birbirinden çok farklı noktalardan baktığını söyleyebilirim. Mesela alıntıda ki soru. Dünyanın en eski yat kulüprine bakarsanız 1800'lü yıllarda kurulmaya başladığını ve tam anlamı ile seçkinler sınıfı olduğunu görürsünüz. Bir kulübe girebilmek için çok sayıda referans, ayrıcalıklara sahip olmak gibi tam da dönemi yansıtan İngliz asilzadeliğini anlatıyor ki zaten hep İngiltere kökenli. Hep bahsi geçen yurtdışında ki kulüpler var ama dışarıdan görebildiğim kadarı ile hangi statüde olursa olsunlar ortak bir deniz kültürü üzerinde hem fikirler. Amatör denizcilik dendiğinde ne anlaşıldığı önemli, hani sadece profesyonel olarak yapıp para kazancı yok ise sadece hobi amaçlı ise amatörsün denildiğinde herkese aynı potada eriyor ama gerçekçi düşünüldüğünde aynı statüdeki yada yakın insanların bir araya geldiği yerlerdir yat kulüpleri, bazıları için ayrıcalık ve sosyal statü anlamına gelir. Genellikle yarışan yelkencilerdir. İş hayatlarında ki hırslarla rekabeti buraya taşırlar. Lüx motoryatçılar vardır. Onlar farklı bir sınıf, denize gönül vermiş, orta ve orta-üst ekonamik sınıfa ait olan imkanları dahilinde herhangi bir güç ile ilerleyen tekne sahipleri vardır. İkisinin arasında kalmış, kendini ne kulüplerin ayrıcalık statüsüne koyabilmiş ne de limon sandığında rakı içen "halk" arasında görebilmiş, Tekneden çok marina sosyalleşmesine sevdalı amatörler vardır. Peki bu amatörler denizcilik kültürünü nereden öğreniyorlar, kurslardan mı ? eğitimlerle mi ? tabii ki hayır. Orada kullanım ve teknik öğreniyorlar, eğitmenin inisiyatifi ile belki denizcilik kültrüne girişte yapıyorlar ama denizcilik kültüründe ki, kültür diyebileceğimiz her olgu her gelenek gerçek deniz emekçilerin, gerçek deniz profesyonellerinin uzun yıllar boyunca biriktirmiş olduğu tecrübelerle haröanlanıyor. Sonuçta tercihleri yargılayamayız, herkes mutlu olduğu şekilde var olmalı lakin konu amatör denizcilikte olsa deniz kültürü denildiğinde kişi kendini nerede görüyor olursa olsun, ortak deniz kültürünü paylaşmalı, sadece denize çıktığında değil, marinada, kulüpte, barınakta, çekekte nerede olursa olsun bu kültür üzerine eşitliği sağlamak için birbirine el vermeli. Bence o zaman güzel olacak.
Memleketin en denizci yöresi İnebolu'nun bundan 30 -40 yıl öncesinden itibaren hızla olduğundan daha çok varsıllaştığını, nüfusunun arttığını, ileri gidelim devasa petro-kimya fabrikalarının kurulduğunu,haddehanelerin açıldığını düşünelim. Nüfusu 1.000.000'u geçen şehirde bir de İnebolu East Marine adında bir marina açıldığını da hülyamıza ekleyelim.
YanıtlaSilBuradan elde edeceğimiz sonuçla, Nüfusu 2.000.000'u geçen, yakın zamana kadar Rafinerilerden dev cam fabrikalarına, kocaman Limanlı serbest bölgeli, turunçgilli, üstelik çok sayıda levantenin de yaşadığı, hali hazırda 2 tane marinası da olan Mersin'den aldığımız sonuç bir olur muydu?
Bence deniz kültürü amatör denizcilikten bağımsız, tek başına ele alınması ve daha bayağı bir tartışılması gereken temel başlık. Bizzat kendimden yola çıkarak biraz paylaşmak isterim düşüncelerimi.
YanıtlaSilBen bir memur çocuğuyum. Çocukluğumun Kadıköy'de geçmese belki de denizle ilişkim bugün olduğu noktaya gelemezdi. Ortalama bir İngiliz çocuğu yelken yaparken ben sandal kiralayarak kürek çekiyordum. Ya da okulu kırıp İnciburnu'ndan, eski nikah dairesinin mendireğinden beyaz donumla denize giriyordum. 30'lu yaşlarıma kadar da deniz kültürü diye bir kavramdan ne haberdardım, ne de kafa yormuştum. Tek bildiğim, daha çocuk yaşlardan itibaren bir tekne hayali kurduğumdu. Ta o yıllardan itibaren hep bir sınıf sorunum oldu. Ki hala da var
Şanslıydım. Seçimlerimi hep denizden yana yaptım ve sürekli denizle iç içe oldum. Ta ki STH deneyimi sayesinde denizle iç içe olmanın bir adım ötesine geçtim. Hatta bir çeşit deniz hayvanı olduğumu keşfettim. 12 yıllık STK deneyiminin daha ikinci yılında farkettiğim en önemli şey "deniz kültürü" kavramının önemi oldu.
4 metrelik bir bottan 15 metrelik bir tırhandile dikey geçiş yaparken tek bildiğim denizde olmak istediğimdi. Hatta tek güvencem de bu istekti. 3 yılı aşkın bir zamandır bir teknem var. 3 yıldır kazandığım her kuruşu onu varetmek adına harcarken en ufak bir tereddüt hissetmiyorum. Çoğu zaman oturup havuzlukta bu durumu düşünürken buluyorum kendimi. Mantıklı hiç bir açıklama bulamıyorum. Çünkü yok. Bu benim için bir yatırım, bir araç değil; yıllardır özlemini çektiğim "yaşam tarzı".
Teknemle ilk yılımı bir marinada geçirdim. Duşlar nefis, tuvaletler temizdi; teknemin dibine park edebiliyordum. Ama kendimi Küçük Armutlu'dan, Bebek'e taşınmış falan gibi hissediyordum. Bir yıl boyunca keyfim yerindeydi yerinde olmasına, ama hiç bir zaman kendimi oraya ait hissedemedim. Nitekim Kaş'a yerleşme kararımın da merkezinde görkemli SETUR Marina değil, her daim yaşayan, gürültülü ama gerçek Kaş Limanı vardı.
Henüz alarga yaşamayı göze alamadım. Hatta her yaz gördüğüm yaşlı İngiliz ve Hollandalı denizciler ciddi boyutlarda sinirime dokunuyor, ulaşılmaz geliyor şimdilik. Ama bildiğim bir şey varsa ben bir “denizciyim”. Kendi çapımda, kendi halimde. Belki genetik kodumda pek yoktu ama sonradan bir deniz hayvanı oldum ve deniz kültürü denen başı sonu belirsiz kavramın da ayaklı bir örneği haline geldim. Yaşantım tamamen denize odaklı. Giyimden, gündelik eşyaya, tatil tercihlerimden, meslek seçimlerime kadar yaşamımın tamamı deniz temalı.
Demeye çalıştığım, bir tekneyle denize çıktığımızda ya da bir tekne alıp marinaya bağlayıp havuzluğunda içkimizi yudumladığımızda hepimiz kendi çapımızda yaşıyoruz denizi ve denizciliğimizi. Sorun diğer yazılarda da belirtildiği gibi genel algıda. Teknesi olan herkesin kodaman olarak algılandığı, dahası kodaman muamelesi gördüğü bir toplumda işimiz zor. Her fırsatta ve her platformda dile getirmeye çalıştığım nokta da bu; denizi insanların yaşamında konumlandıramadıkça “deniz kültürü” dar bir kitlenin yaşam tarzı olmaktan öteye geçemeyecek, teknesi olan kodaman olarak görülmeye devam edecek.
Son olarak, geçen ay şenlik kapsamında çocuklara denizcilik eğitimi verirken anlatmaya çalıştığım şeylerden biri dalış ya da gezi teknesi olmayan Yengeç’in benim ne işime yaradığıydı
Bir de ben buraya niye üye olamıyorum?
Sondan başlayayım, Ersin'e yada Ahmet'e mail adresini atıver yeterli.
YanıtlaSilGelelim denizcilik kültürüne, kesinlikle bir başlık ve altında uzun uzun tartışılması gereken bir konu. Sadece kısacık geçmek gerekirse denizcilik kültürü sahili olan şehir ve kasabalarda kıçını denize dönmemiş, ya ekmeğini denizden çıkaran yada aradığı aşkı denizde bulanların kültürüdür bence. Elbette diğer yörelerden de sonradan tanışmış olsa dahi, aynı aşk ve tutkuyu iliklerinde hissedebilmişlerin kültürüdür diyebilir. Malum kim ne derse desin, İstanbul, bu ülkenin maalesef metropolü ve ağırlıklı olarak kötü şeyleri ve tüm yozlaşması bu şehirde başlıyor. Deniz kültürüne, teknesi olan her bireyin, sahip olamamasının bir nedeni, bu yozlaşmış topluluğun içerisinde sadece cüzdanı ile var olmaya çalışanların sebep olduğu bir durum. Kızanlar olacaktır ama yaşı bizden büyük olanlar bilir, 1980'den önce ki denizcilik, 1988 ve 1990 yıllarından sonra ki denizciliği bizden çok daha iyi karşılaştırabilirler. Denizci ve Denizcilik kültürüne sahip kişi sayısı o kadar azdı. Teknesi olanlar denizcilerdi, sonra ekonomik rahatlık geldi, 2 makinalı konfeksiyon atölyeleri 6 ay içinde Laleli ve Rusya sayesinde Tekstil firması diye anılmaya başlandı. Daha dünün Paçaları sıvalı, atletle sokakta taburede oturup kadınlara laf atan, herkesin memooo diye seslendiği makineci arkadaşımız, 1 yıl içerisinde Tekstilci Mehmet bey oluverdi,façayı düzeltti ve ilk iş ne yaptı biliyormusun, Merterde ki onlarca esnafın yaptığı şeyi yaptı. Kendine "yat" aldı. Haliyle marinalar çoğalmaya başladı, cüzdanı ile var olabileceği için o zümrenin içerisinde, paradan kaçmaz oldu, derken, denizcilik kültürüde daha ne olduğunu bile anlamadan yerini farklı bir "şey" e bıraktı. Kısaca suçlu hepimiz. Denizin çocukları sahip çıkmadı, sonradan aralarına gelenlere doğruları göstermedi, bazılarına ise gösteremedi. Ayrışmalar oldu ki halen var. Sonuç, denizlerde karşılaşılan garabet bir durum.