6 Aralık 2016 Salı
Tiryaki 'den deniz kültürü üzerine bir yorum..
redaktörün başlattığı , benim devam ettidrdiğim , Kaan Özkan 'ın katkı yaptığı bu konu ile ilgili Tiryaki benim yazımın altına çok hoş bir yorum yapmış. Yorum değil ciddi bir yazı aslında.. O yüzden buraya aldım efendim..
Tiryaki yorumunda şöyle anlatmış konuyu;
Bence deniz kültürü amatör denizcilikten bağımsız, tek başına ele alınması ve daha bayağı bir tartışılması gereken temel başlık. Bizzat kendimden yola çıkarak biraz paylaşmak isterim düşüncelerimi.
Ben bir memur çocuğuyum. Çocukluğumun Kadıköy'de geçmese belki de denizle ilişkim bugün olduğu noktaya gelemezdi. Ortalama bir İngiliz çocuğu yelken yaparken ben sandal kiralayarak kürek çekiyordum. Ya da okulu kırıp İnciburnu'ndan, eski nikah dairesinin mendireğinden beyaz donumla denize giriyordum. 30'lu yaşlarıma kadar da deniz kültürü diye bir kavramdan ne haberdardım, ne de kafa yormuştum. Tek bildiğim, daha çocuk yaşlardan itibaren bir tekne hayali kurduğumdu. Ta o yıllardan itibaren hep bir sınıf sorunum oldu. Ki hala da var
Şanslıydım. Seçimlerimi hep denizden yana yaptım ve sürekli denizle iç içe oldum. Ta ki STH deneyimi sayesinde denizle iç içe olmanın bir adım ötesine geçtim. Hatta bir çeşit deniz hayvanı olduğumu keşfettim. 12 yıllık STK deneyiminin daha ikinci yılında farkettiğim en önemli şey "deniz kültürü" kavramının önemi oldu.
4 metrelik bir bottan 15 metrelik bir tırhandile dikey geçiş yaparken tek bildiğim denizde olmak istediğimdi. Hatta tek güvencem de bu istekti. 3 yılı aşkın bir zamandır bir teknem var. 3 yıldır kazandığım her kuruşu onu varetmek adına harcarken en ufak bir tereddüt hissetmiyorum. Çoğu zaman oturup havuzlukta bu durumu düşünürken buluyorum kendimi. Mantıklı hiç bir açıklama bulamıyorum. Çünkü yok. Bu benim için bir yatırım, bir araç değil; yıllardır özlemini çektiğim "yaşam tarzı".
Teknemle ilk yılımı bir marinada geçirdim. Duşlar nefis, tuvaletler temizdi; teknemin dibine park edebiliyordum. Ama kendimi Küçük Armutlu'dan, Bebek'e taşınmış falan gibi hissediyordum. Bir yıl boyunca keyfim yerindeydi yerinde olmasına, ama hiç bir zaman kendimi oraya ait hissedemedim. Nitekim Kaş'a yerleşme kararımın da merkezinde görkemli SETUR Marina değil, her daim yaşayan, gürültülü ama gerçek Kaş Limanı vardı.
Henüz alarga yaşamayı göze alamadım. Hatta her yaz gördüğüm yaşlı İngiliz ve Hollandalı denizciler ciddi boyutlarda sinirime dokunuyor, ulaşılmaz geliyor şimdilik. Ama bildiğim bir şey varsa ben bir “denizciyim”. Kendi çapımda, kendi halimde. Belki genetik kodumda pek yoktu ama sonradan bir deniz hayvanı oldum ve deniz kültürü denen başı sonu belirsiz kavramın da ayaklı bir örneği haline geldim. Yaşantım tamamen denize odaklı. Giyimden, gündelik eşyaya, tatil tercihlerimden, meslek seçimlerime kadar yaşamımın tamamı deniz temalı.
Demeye çalıştığım, bir tekneyle denize çıktığımızda ya da bir tekne alıp marinaya bağlayıp havuzluğunda içkimizi yudumladığımızda hepimiz kendi çapımızda yaşıyoruz denizi ve denizciliğimizi. Sorun diğer yazılarda da belirtildiği gibi genel algıda. Teknesi olan herkesin kodaman olarak algılandığı, dahası kodaman muamelesi gördüğü bir toplumda işimiz zor. Her fırsatta ve her platformda dile getirmeye çalıştığım nokta da bu; denizi insanların yaşamında konumlandıramadıkça “deniz kültürü” dar bir kitlenin yaşam tarzı olmaktan öteye geçemeyecek, teknesi olan kodaman olarak görülmeye devam edecek.
Son olarak, geçen ay şenlik kapsamında çocuklara denizcilik eğitimi verirken anlatmaya çalıştığım şeylerden biri dalış ya da gezi teknesi olmayan Yengeç’in benim ne işime yaradığıydı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder