(Notları Karpaz- Kumkuyu seyrinde alınan bu yazı, daha önce gezginkorsan.org. sitesinde yayınlanmıştır)
35 derece 57 dakika 51 saniye Kuzey, 34
derece 18 dakika 29 saniye doğuda, Kuzey’e doğru seyirdeyim. Mürettebat, içeride uyumaktan
bitap düşmüşken, her zamanki gibi ben, sabahın 2'sinden bu yana ayaktayım.
Kıbrıs'tan taşıdığımız sinekler bir yandan bacaklarımı ısırırken biramı
yudumluyorum. Sabahın sekizi ve ikinci biramı içiyorum. Biradan nefret ederim.
Ama deniz tutmasına iyi geliyor. Yıl boyu evime 4 şişe girmez. Denizde her
iki-üç saatte bir 23'lük biralardan bir tane içiyorum.
Tek başıma olunca, pruva da neta ise,
notlar almak hoşuma gidiyor. Pruva Neta. Şiirlerden yapılmış şarkılar
dinliyorum;Beyrut:
bu yol bir
şehre giderdi
güneşin tutuştuğu
denize batmış güle
Yaşlı biri olmamama karşın insanlardan yorulduğumu
duyumsuyorum. Sanırım denizler, bu nedenle iyi geliyor bana. İnsanlardan, yani
kirden pastan uzağım. Aynı nedenle teknede herkes her işi bana bırakıp gidip
uyusa, daha iyi hissediyorum kendimi. Aşağıda uyuyan insanlar, eşine az
rastlanır cinsten iyi insanlar olmalarına karşın, onların da bu dünya
ilişkileri içinde olmaları, diğer herkesi aklıma getiriyor. Öfkeleniyorum.
Sanki ben bütün bu şeylerden ariymişim gibi düşünüyorum bunu. Elbet, kendime
attığım bir yalan bu!
Masal geldiğinden bu yana, gündelik hayatımda daha
acımasız olduğumun farkına varıyorum. Bu merhametsizlik, insanların ceza
alması, acı çekmesini istemek yönünde değil. Daha çok, önceden hoş
görebildiğim, daha tekamül etmiş biri gibi davranabildiğim şeylere, artık
tahammül edememe gibi kendisini gösteriyor.Dünya'da iyi insanların sayısının
hâlâ kötü insanlardan daha çok olduğunu biliyorum. Tüm vahşetine, kabalığına,
kamburluğuna karşın dünya sahiden güzel.
Pustan,nemden, sisten, kara görünmüyor. Bu kadar
kaba saba bir denizin ortasında burnuma gelen iyot kokusu, tene yapışan tuz
yine de yaşama sevinci veriyor. Bu bile uzun yaşamayı istemek için yeterli bir
neden.
Uzun yaşasanız da öleceksiniz.
İntisal. Bir güzel kadın. Masmavi gözleri,
boyu posu, kumral saçları, zarafeti ile büyülemiş herkesi, nam salmış. Her bir
kimse kapısına gelip istemişler, çok canlar yakmış haberi olmadan. Ne kavgalar,
ne yarışlar edilmiş onun için. Sıraya girmiş eşraftan pek seçkin oğullar. Kavgalar
çıkmış, yarışlar edilmiş, küfürler havada uçuşmuş, önce kim giderse sanki kabul
edilecek, sanki İntisal onun koynuna girecek, koluna takan arzı endam ederek
yürüyecek. Haberi yok İntisal'in.
Ama işte, yaşadığı kentin ortasından
geçen nehir gibi ömrü. Güzel kadının kaderi güzel olacak değil ya illa.
Beyrut’un oralardan bir yerlerden doğan ve hemen belki 50-60 kilometre
ötesindeki denize kavuşacağı sıra Musa peygamberin asasını Kızıldeniz’e
vurmasıyla , Kuzeye doğru upuzun yol tepmeye, tersine akmaya başlayan Asi
gibi, kolayına değil, hep zoruna olmuş İntisal’in yaşamı. Belki de Musa
peygamber asayı vurduğunda, Beyrut’la bir zamanlar Doğunun Kraliçesi namını
taşıyan Antakya’nın aynı sulardan beslenmesini istemiştir de o nedenle terse akmıştır
Asi. Belki de bize, güzel günlerin pek de kolay erişilebilecek bir şey
olmadığını anımsatmak için böyle tersine tersine akıyordur. Belki de daha çok
emek vermemiz gerektiğini, deryalara ulaşmak için ne kahırlar gerektiğini
anlatmak için tersine akıyordur. Belki de asiliğin pek de kötü bir şey
olmadığını, her şeyin ellerimizde olduğunu anımsatmak için. Bilemiyorum. Belki
de Doğunun Kraliçesi İntisal’dir de, Asi daha altı koca bin yıl evvel
onun burada doğacağını bilmiş, ona kavuşmak, toprağını sulamak, bereket vermek
için artık bu yöne akacağım demiştir.
Nihayeten, Doğu Akdeniz
ya burası, sizler için çok çok eskide, belki Panait Istrati romanlarında
kalmış olabilir… Ama devam eder bu öyküler burada, işte ta Mısır'dan,
Kahire'den gelen pek boylu poslu biriyle evlenmiş İntisal.
Boyuna posuna ve servetine karşın pek şapşal, pek cimri bu adam bankalarla
esnafla hep kavga eder, akşamı da gelir İntisal'e anlatırmış hırını
gürünü pek safça. Sabahında İntisal, cevizden, aslan pençeli, aslan kafalı,
yanlarında, içinde Polonya işi porselen biblolar, kahve fincanları bir
sanat müzesindeymiş gibi intizamla sergilenen camekanları olan koltuğunda,
yanına likör de koyduğu kahvesini içtikten sonra, derin bir of çekerek
doğrulur, sorun her kimse ile o iş yerine gider, sakin vakur özür diler, bir
daha olmayacağını söylermiş. Eşraf, daha önce uğruna kavga ettiği, belki de
adam yaraladığı kadının hatırına "tamam, ama İntisal hanım vallahi bir
daha olmasın, bak sizin hatırınıza" der işi büyütmezmiş.
Sorunun kendi çabasıyla çözüldüğünü sanan koca, akşamına şu esnafla aradaki
sorunun çözüldüğünü İntisal'e böbürlene böbürlene anlatırmış. İntisal, pek
sakin, kendisinin de artık işi büyütmemesi gerektiğini tembihlermiş.
Yıllar yılları kovalamış. Bu
kadar güzel, zarif İntisal, bu güzelliği ile su gibi pırıl pırıl bir ömür
geçirecekken, kaderi yaşadığı kentin ırmağı gibi, tersine tersine akıp gitmiş.
Her geçen gün bir zulme dönmüş. Pek Türkçe bilmez İntisal, Şam’dan Beyrut’tan
getirttiği Arap alfabeli moda dergilerini takip eder, zamanın adabı muaşereti
her ne ise onları öğrenmeye çalışır, bir de gündelik hayatına uydururmuş
bunları uydurmasına ya, koca bi habermiş bunlardan. Kocasının suratsızlığına
karşın, o asil yüzünde biriyle karşılaştığı zaman gülümsemesini gösterir,
kafasını hafifçe yana çevirir, ağzını çok açmaz uzamayan gülümsemesi sönmez,
karşısındakine gülümsemeyle karışık buyruklarını sıralarmış. Bakışlarıyla
verdiği buyruklara uymayan olmaz… Bir tek kocası… değil buyruk, rica minnet ne
derseniz işte, nihayeten paradan başka hiç bir şeyden anlamayan kocası. O
işinde gücünde cimriliği ve cehaleti bir yana işe yarar tek yanı söz senettir
diskuru ile Belediye çarşısındaki toptancı dükkanında iş yürütmeye devam
edermiş. İntisal’in çocuk verememesi de eklenince işin içine, daha da beter
olmuş yaşam. Her geçen gün bir zulüm. Nefes alsa ne almasa ne. Hiç umut yok. Bu
ömür böyle geçecek. İntisal teslim olacak. Yaşamına teslim olacak. Hiçbir şey
anlatmayacak. Hep mutlu görünecek. Çünkü öyle yazıyor Arapça dergilerde.
Gülümseyin. Ama hep gülümseyin. İçinizdeki size kalsın, gülümseyin,
karşınızdakini üzmeyin…
Neden? Neden
üzmeyeceğim? Hep alttan mı alacağım? Bu dergiler neden böyle şeyler
yazarlar? Enfarktıma mı yükleneceğim? Üzmeye çalışsam da olmuyor… İşte o
nedenle bu denizin ortası iyi. İşte o nedenle uzun, ıssız seyirler iyi. Saat
sabahın 8’i… mesai saati… İşte bu nedenle tam bu saatlerde denizin orta
yerinde karayı görmemek iyi. Teknedeki herkesin uyuması iyi. Kendi
günahlarımdan arınmak böylece, böylece kendimi kandırmak iyi….
İşte tam bu saatlerde,
mideme iyi geliyor diye ikinci birayı içtiğim saatlerde İntisal ölmüş. İşte tam
şurada. Pruvayı 35-40 derece sancağa çevirsem, sarıp sarmalandığı yere
yöneleceğim. Ama geciktim çoktan. Sardılar bedenini ve sarıp sarmalarken
kardeşleri son bir kez ağlamalarına izin verilmedi. Çünkü damlarsa tek gözyaşı,
o artık feri geçmiş de olsa mavi gözlere, kumral saçlara ya da süt gibi tene,
bozulur bütün büyü. İntisal, İntisal olamaz. Yaşlı, yüzünde Zülfikar dövmeli,
başına koyu yeşil kumaşlarla sarılmış başlıkla şaman büyücülere benzeyen kadın
tuttu Neval’i, çekti kenara. “Ağlama burada” “Uzakta, uzakta ağla!”.
Neval, yaşlı, onun da mavi gözleri, ama yaş gelmez, kurumuş pınarları daha kaç
yıl önce, zar zor görüyor ablasının bedenini. Bilge yaşlı kadın seslendi
gasilhanedeki kadınlara “Ağlayacak olan uzakta ağlasın, değmesin tek damla.
Gülmesi gelen kıyafetini yırtsın… yazık, bakın ne güzel yıkadık, misler
gibi İntisal, sıcak sularla defne sabunları ile yuğduk, bahurla
tütsüledik, reyhanla ovuşturduk bedenini, etleri dövdü erkekler, buğdaya
karıştırdılar, hepsi dana eti, en temiz yerinden, öldüğü an başladı kazanlar
kaynamaya, tek bir kadın eli değmedi ete, kepçeye, kazana, erkekler
yaptı, Fatma Anamızı andılar, Fatma’nın evinin yerini ,tavanını,
duvarlarını çağırdılar, şıhları pirleri andılar… Bozmayın bu yeni
yolculuğu, daha en başından, uzun, upuzun yolu var. Devrine dua edin, daim olsun
deyin, başka şey düşünmeyin, bir de güzelliğine bakın, bakın belleyin, bu
yaşında yatıyor, sanki gencecik, sanki ölü değil soluklanıyor sanki, belli ki
insan olacak yine, kıskanmayın sakın, açık yol dileyin!” . Tuttu Suham’ı bu
kez, ağlayamayan Suham’ı… gasilhanenin kapısına kadar getirdi.
İntisal’den on adım uzağa. Çıkardı sarığına iliştirilmiş bir iğneyi ve hiç
umursamadan batırdı etine Suham’ın. Birden boşalmaya başladı gözyaşları
Suham’ın… iniltiyle ağıtlar yakmaya başladı olduğu yerde, ayakta.
Bunları kaçıran bir tek
ben değilim. İşte, doğuramadığından bir türlü İntisal, sahiplendiği,
rahminden başka her şeyini verdiği oğlu ta Bizans’tan, bir tane bile düşünür
yetiştiremediği halde herşeyin kendisinde olduğunu sanan kaç bin yıllık
şehirlerin şehrinden, olabilecek en geç uçakla gelip, en erken uçakla dönecek.
Anlamsız bulacak bu merasimleri. Mezarın üzerine reyhanların serilmesini,
kadınların “ruhum ruhum” diye seslenmelerini, erkeklerin “ölüm Allah’ın emri”
demelerini anlamsız bulacak. Öldü işte, ne var bunda diyecek.
Boşa öfkelenmiyorum insanlara.
Boşa kötüler bunlar demiyorum. Bir bildiğim var.
Denizin ortasındayım. Biram
bitti. Kahve saati. Herkes uyuyor. Tüp de bitmiş. Kahve yapamıyorum. Bir bira daha
içsem? Nasılsa bağladım kendimi ve Masal nasılsa hiç utandırmadı beni ve
deniz ayna ve Doğu Akdeniz bütün çirkinliğini efsaneleriyle, masallarıyla,
destanlarıyla, kentin pis sokaklarına bulaşmamış aşkları ve ölümleriyle hâlâ
yaşatıyor. Mavisinin pek kötü olduğu bu denizler yine de bana yaşama ilişkin
bir yol açıyor.
Evet, bir bira daha içmeliyim.
Kötülükleri değil, yaşamı yaşanmaya değer kılan şeyleri daha çok görebilmek
için, daha da az uyumalı, beynimi de uyuşturmalıyım.
Bir kez daha okuduk biz de. Çirkin günümüze biraz güzellik geldi sayenizde Teşekkürler..
YanıtlaSilTeşekkür ederim Betülcüm
YanıtlaSilAh kardeş, sen yazıcı olmalıymışsın. Bu kadar güzel anlatabilsem hiç durmam yazmaya başlardım. Bir gün yazdığın kitapları okuma umudunu taşıyorum :)
YanıtlaSilAbi nerdee
YanıtlaSil