1 Aralık 2016 Perşembe

MASAL'IN HAVUZLUĞUNDAN ; DOĞU'NUN KRALİÇESİ

          


(Notları Karpaz- Kumkuyu seyrinde alınan bu yazı, daha önce gezginkorsan.org. sitesinde yayınlanmıştır)
 
     
          35 derece 57 dakika 51 saniye Kuzey, 34 derece 18 dakika 29 saniye doğuda, Kuzey’e doğru seyirdeyim. Mürettebat, içeride uyumaktan bitap düşmüşken, her zamanki gibi ben, sabahın 2'sinden bu yana ayaktayım. Kıbrıs'tan taşıdığımız sinekler bir yandan bacaklarımı ısırırken biramı yudumluyorum. Sabahın sekizi ve ikinci biramı içiyorum. Biradan nefret ederim. Ama deniz tutmasına iyi geliyor. Yıl boyu evime 4 şişe girmez. Denizde her iki-üç saatte bir  23'lük biralardan bir tane  içiyorum.
        
           Tek başıma olunca, pruva da neta ise, notlar almak hoşuma gidiyor. Pruva Neta. Şiirlerden yapılmış şarkılar dinliyorum;Beyrut:
      
         bu yol bir şehre giderdi

         güneşin tutuştuğu
         denize batmış güle


        Yaşlı biri olmamama karşın insanlardan yorulduğumu duyumsuyorum. Sanırım denizler, bu nedenle iyi geliyor bana. İnsanlardan, yani kirden pastan uzağım. Aynı nedenle teknede herkes her işi bana bırakıp gidip uyusa, daha iyi hissediyorum kendimi. Aşağıda uyuyan insanlar, eşine az rastlanır cinsten iyi insanlar olmalarına karşın, onların da bu dünya ilişkileri içinde olmaları, diğer herkesi aklıma getiriyor. Öfkeleniyorum. Sanki ben bütün bu şeylerden ariymişim gibi düşünüyorum bunu. Elbet, kendime attığım bir yalan bu!

       Masal geldiğinden bu yana, gündelik hayatımda daha acımasız olduğumun farkına varıyorum. Bu merhametsizlik, insanların ceza alması, acı çekmesini istemek yönünde değil. Daha çok, önceden hoş görebildiğim, daha tekamül etmiş biri gibi davranabildiğim şeylere, artık tahammül edememe gibi kendisini gösteriyor.Dünya'da iyi insanların sayısının hâlâ kötü insanlardan daha çok olduğunu biliyorum. Tüm vahşetine, kabalığına, kamburluğuna karşın dünya sahiden güzel. 
     
       Pustan,nemden, sisten, kara görünmüyor. Bu kadar kaba saba bir denizin ortasında burnuma gelen iyot kokusu, tene yapışan tuz yine de yaşama sevinci veriyor. Bu bile uzun yaşamayı istemek için yeterli bir neden.
       
       Uzun yaşasanız da öleceksiniz. 

        İntisal.  Bir güzel kadın. Masmavi gözleri, boyu posu, kumral saçları, zarafeti ile büyülemiş herkesi, nam salmış. Her bir kimse kapısına gelip istemişler, çok canlar yakmış haberi olmadan. Ne kavgalar, ne yarışlar edilmiş onun için. Sıraya girmiş eşraftan pek seçkin oğullar. Kavgalar çıkmış, yarışlar edilmiş, küfürler havada uçuşmuş, önce kim giderse sanki kabul edilecek, sanki İntisal onun koynuna girecek, koluna takan arzı endam ederek yürüyecek.  Haberi yok İntisal'in. 

            Ama işte, yaşadığı kentin ortasından geçen nehir gibi ömrü. Güzel kadının kaderi güzel olacak değil ya illa. Beyrut’un oralardan bir yerlerden doğan ve hemen belki 50-60 kilometre ötesindeki denize kavuşacağı sıra Musa peygamberin asasını Kızıldeniz’e vurmasıyla , Kuzeye doğru upuzun yol tepmeye,  tersine akmaya başlayan Asi gibi, kolayına değil, hep zoruna olmuş İntisal’in yaşamı. Belki de Musa peygamber asayı vurduğunda, Beyrut’la bir zamanlar Doğunun Kraliçesi namını taşıyan Antakya’nın aynı sulardan beslenmesini istemiştir de o nedenle terse akmıştır Asi. Belki de bize, güzel günlerin pek de kolay erişilebilecek bir şey olmadığını anımsatmak için böyle tersine tersine akıyordur. Belki de daha çok emek vermemiz gerektiğini, deryalara ulaşmak için ne kahırlar gerektiğini anlatmak için tersine akıyordur. Belki de asiliğin pek de kötü bir şey olmadığını, her şeyin ellerimizde olduğunu anımsatmak için. Bilemiyorum. Belki de Doğunun Kraliçesi İntisal’dir de, Asi daha altı koca bin yıl evvel  onun burada doğacağını bilmiş, ona kavuşmak, toprağını sulamak, bereket vermek için artık bu yöne akacağım demiştir.
        Nihayeten, Doğu Akdeniz ya burası, sizler için çok çok eskide, belki  Panait Istrati romanlarında kalmış olabilir… Ama devam eder bu öyküler burada, işte ta Mısır'dan, Kahire'den gelen pek boylu poslu biriyle evlenmiş İntisal. 
Boyuna posuna ve servetine karşın pek şapşal, pek cimri bu adam bankalarla esnafla hep kavga eder,  akşamı da gelir İntisal'e anlatırmış hırını gürünü pek safça. Sabahında İntisal, cevizden, aslan pençeli, aslan kafalı, yanlarında,  içinde Polonya işi porselen biblolar, kahve fincanları bir sanat müzesindeymiş gibi intizamla sergilenen camekanları olan koltuğunda, yanına likör de koyduğu kahvesini içtikten sonra, derin bir of çekerek doğrulur, sorun her kimse ile o iş yerine gider, sakin vakur özür diler, bir daha olmayacağını söylermiş. Eşraf, daha önce uğruna kavga ettiği, belki de adam yaraladığı kadının hatırına "tamam, ama İntisal hanım vallahi bir daha olmasın, bak sizin hatırınıza" der işi büyütmezmiş.
Sorunun kendi çabasıyla çözüldüğünü sanan koca, akşamına şu esnafla aradaki sorunun çözüldüğünü İntisal'e böbürlene böbürlene anlatırmış. İntisal, pek sakin, kendisinin de artık işi büyütmemesi gerektiğini tembihlermiş.

        Yıllar yılları kovalamış. Bu kadar güzel, zarif İntisal, bu güzelliği ile su gibi pırıl pırıl bir ömür geçirecekken, kaderi yaşadığı kentin ırmağı gibi, tersine tersine akıp gitmiş. Her geçen gün bir zulme dönmüş. Pek Türkçe bilmez İntisal, Şam’dan Beyrut’tan getirttiği Arap alfabeli moda dergilerini takip eder, zamanın adabı muaşereti her ne ise onları öğrenmeye çalışır, bir de gündelik hayatına uydururmuş bunları uydurmasına ya, koca bi habermiş bunlardan. Kocasının suratsızlığına karşın, o asil yüzünde biriyle karşılaştığı zaman gülümsemesini gösterir, kafasını hafifçe yana çevirir, ağzını çok açmaz uzamayan gülümsemesi sönmez, karşısındakine gülümsemeyle karışık buyruklarını sıralarmış. Bakışlarıyla verdiği buyruklara uymayan olmaz… Bir tek kocası… değil buyruk, rica minnet ne derseniz işte, nihayeten paradan başka hiç bir şeyden anlamayan kocası.  O işinde gücünde cimriliği ve cehaleti bir yana işe yarar tek yanı söz senettir diskuru ile  Belediye çarşısındaki toptancı dükkanında iş yürütmeye devam edermiş. İntisal’in çocuk verememesi de eklenince işin içine, daha da beter olmuş yaşam. Her geçen gün bir zulüm. Nefes alsa ne almasa ne. Hiç umut yok. Bu ömür böyle geçecek. İntisal teslim olacak. Yaşamına teslim olacak. Hiçbir şey anlatmayacak. Hep mutlu görünecek. Çünkü öyle yazıyor Arapça dergilerde. Gülümseyin. Ama hep gülümseyin. İçinizdeki size kalsın, gülümseyin, karşınızdakini üzmeyin… 

         Neden? Neden üzmeyeceğim?  Hep alttan mı alacağım? Bu dergiler neden böyle şeyler yazarlar? Enfarktıma mı yükleneceğim? Üzmeye çalışsam da olmuyor… İşte o nedenle bu denizin ortası iyi. İşte o nedenle uzun, ıssız seyirler iyi. Saat sabahın 8’i… mesai saati…  İşte bu nedenle tam bu saatlerde denizin orta yerinde karayı görmemek iyi. Teknedeki herkesin uyuması iyi. Kendi günahlarımdan arınmak böylece, böylece kendimi kandırmak iyi…. 

                İşte tam bu saatlerde, mideme iyi geliyor diye ikinci birayı içtiğim saatlerde İntisal ölmüş. İşte tam şurada. Pruvayı 35-40 derece sancağa çevirsem,  sarıp sarmalandığı yere yöneleceğim. Ama geciktim çoktan. Sardılar bedenini ve sarıp sarmalarken kardeşleri son bir kez ağlamalarına izin verilmedi. Çünkü damlarsa tek gözyaşı, o artık feri geçmiş de olsa mavi gözlere, kumral saçlara ya da süt gibi tene, bozulur bütün büyü. İntisal, İntisal olamaz. Yaşlı, yüzünde Zülfikar dövmeli, başına koyu yeşil kumaşlarla sarılmış başlıkla şaman büyücülere benzeyen kadın tuttu Neval’i, çekti kenara. “Ağlama burada” “Uzakta, uzakta ağla!”.  Neval, yaşlı, onun da mavi gözleri, ama yaş gelmez, kurumuş pınarları daha kaç yıl önce, zar zor görüyor ablasının bedenini. Bilge yaşlı kadın seslendi gasilhanedeki kadınlara “Ağlayacak olan uzakta ağlasın, değmesin tek damla. Gülmesi gelen kıyafetini yırtsın…  yazık, bakın ne güzel yıkadık, misler gibi İntisal, sıcak sularla defne sabunları ile  yuğduk, bahurla tütsüledik, reyhanla ovuşturduk bedenini, etleri dövdü erkekler, buğdaya karıştırdılar, hepsi dana eti, en temiz yerinden, öldüğü an başladı kazanlar kaynamaya, tek bir kadın eli değmedi ete, kepçeye, kazana,  erkekler yaptı, Fatma Anamızı andılar, Fatma’nın evinin yerini ,tavanını, duvarlarını  çağırdılar, şıhları pirleri andılar… Bozmayın bu yeni yolculuğu, daha en başından, uzun, upuzun yolu var. Devrine dua edin, daim olsun deyin, başka şey düşünmeyin, bir de güzelliğine bakın, bakın belleyin, bu yaşında yatıyor, sanki gencecik, sanki ölü değil soluklanıyor sanki, belli ki insan olacak yine, kıskanmayın sakın, açık yol dileyin!” . Tuttu Suham’ı bu kez, ağlayamayan Suham’ı…  gasilhanenin kapısına kadar getirdi. İntisal’den on adım uzağa. Çıkardı sarığına iliştirilmiş bir iğneyi ve hiç umursamadan batırdı etine Suham’ın. Birden boşalmaya başladı gözyaşları Suham’ın…  iniltiyle ağıtlar yakmaya başladı olduğu yerde, ayakta. 

               Bunları kaçıran bir tek ben değilim.  İşte, doğuramadığından bir türlü İntisal, sahiplendiği, rahminden başka her şeyini verdiği oğlu ta Bizans’tan, bir tane bile düşünür yetiştiremediği halde herşeyin kendisinde olduğunu sanan kaç bin yıllık şehirlerin şehrinden, olabilecek en geç uçakla gelip, en erken uçakla dönecek. Anlamsız bulacak bu merasimleri. Mezarın üzerine reyhanların serilmesini, kadınların “ruhum ruhum” diye seslenmelerini, erkeklerin “ölüm Allah’ın emri” demelerini anlamsız bulacak. Öldü işte, ne var bunda diyecek.  

              Boşa öfkelenmiyorum insanlara. Boşa kötüler bunlar demiyorum. Bir bildiğim var.

       Denizin ortasındayım. Biram bitti. Kahve saati. Herkes uyuyor. Tüp de bitmiş. Kahve yapamıyorum. Bir bira daha içsem? Nasılsa bağladım kendimi  ve Masal nasılsa hiç utandırmadı beni ve deniz ayna ve Doğu Akdeniz bütün çirkinliğini efsaneleriyle, masallarıyla, destanlarıyla, kentin pis sokaklarına bulaşmamış aşkları ve ölümleriyle hâlâ yaşatıyor. Mavisinin pek kötü olduğu bu denizler yine de bana yaşama ilişkin bir yol açıyor.

             Evet, bir bira daha içmeliyim. Kötülükleri değil, yaşamı yaşanmaya değer kılan şeyleri daha çok görebilmek için, daha da az uyumalı, beynimi de uyuşturmalıyım.


4 yorum:

  1. Bir kez daha okuduk biz de. Çirkin günümüze biraz güzellik geldi sayenizde Teşekkürler..

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Betülcüm

    YanıtlaSil
  3. Ah kardeş, sen yazıcı olmalıymışsın. Bu kadar güzel anlatabilsem hiç durmam yazmaya başlardım. Bir gün yazdığın kitapları okuma umudunu taşıyorum :)

    YanıtlaSil