4 Aralık 2016 Pazar

YAŞLI GEMİCİ

Bugün pazar. Eğer pc başında yada tabletinizde "sörf" yapıyorsanız, pazar gününün tembelliğine sizde yakalanmış, ya evinizde yada teknenizin havuzluğunda, birkaç günlük pastırma yazının, sıcacık, insanın içine işleyen güneşinde kemiklerinizi ısıtıyorsunuzdur.
O zaman bu tembellek saatini şöyle değerlendirelim. Bir kitap hakkında düşünelim.
Samuel Taylor Coleridge'in yazdığı " Yaşlı Gemici" kitabı.
Şavkar Altınel'in dilimize çevirdiği, kitap hakkında güzel bir derleme hazırlayan Eren Arcan'da yorumları ile, kitap sayfalarından küçük dörtlükler eklediğim bu kitap değerlendirmesini okuyarak boş zamanımızı daha kaliteli kılalım.  


İyi okumalar efendim ;




Aydınlanma felsefesine bir tepki olarak gelişen romantizm, Aydınlanmanın mantık düzenine karşı, duygusallığı ön plana alan bir akım olarak ortaya çıkmıştır.  Romantik akım bir tepki olarak aydınlanmaya karşı olarak yapılanmasına rağmen temelde aydınlanmanın mantık düzenine sıkı sıkıya bağlıdır.  Yani romantikleri “aydınlanmanın başkaldıran çocukları” olarak tanımlayabiliriz.  Romantikler, aydınlanmanın, bilginin temelinin deneye dayandığını öngören ampirik yaklaşımı ve mantıksal aydınlanmacı düşünce tarzını önce kabul etmişler, ama daha sonra bu yaklaşımlarından uzaklaşmışlardır
.
Romantik dönem, yazılı basımın katlanarak büyüdüğü bir dönemde  kabaca 1798-1832 yılları arasında yer alır.  Romantik akım, sıradanlığın içinde sıradışını, acı ile hazzın birleşimini, doğanın sonsuzluğunu ve yüceliğini, tabiatın saygınlığını aramak üzere yola çıkmıştı. Romantik Alman ressamı Caspar David Friedrich’in “Meşe Ormanındaki Manastır” adlı tablosu romantik ögelerle yüklüdür.   Tablodaki mistik hava manastırdan ya da mezar taşlarından çok günbatımının ve devasa ağaçların görkeminden gelmektedir.  İnsanı huşu içinde bırakan, ve yalnızlık duygusunu vurgulayan yapısı ve doğal ve ruhsal arasındaki dengeyi koruması ile Romantik akıma iyi bir örnektir.
Edebiyatta romantik eserin tipik bir örneği, kahramanın araftan yola çıkarak, genellkle büyülü ya da ruhsal deneyimlerle,  masumiyetten, hüzünlü bir bilgeliğe aldığı yoldur.  Deneyim kişiseldir.  Romantiklerden önce herşeye tepeden bakan, didaktik bir anlatıcı varken, Romantiklerle birlikte daha öznel olan “ben” anlatıcı edebiyata girmiştir.  Romantikler aydınlanmanın gözlem ve deneyim temelli görüşünü benimseyerek, anlatıcının kişisel tecrübelerine önem vermişlerdir.
Romantik şairler William Blake, William Wordsworth, Samuel Taylor Coleridge, Lord Byron, Percy Bysshe Shelley: romantik müzisyenler arasında Ludwig von Beethoven and Franz Peter Schubert: romantik ressamlar arasında Caspar David Friedrich ve Joseph Turner, ve yine William Blake’I sayabiliriz.
Coleridge “Yaşlı Gemici” şiirine Burnet’tin latince bir alıntıyla başlar.
  
“Evrende görünmeyen varlıkların sayısının görünenden daha fazla olduğuna inanmakta güçlük çekmiyorum.  Ama bunların familyalarını bize kim söyleyebilir?  Ve her birinin önem derecesini, diğerlerine benzeyen ve onlardan farklı yanlarını ve işlevlerini kimden öğrenebiliriz?  Ne yaparlar?  Nerede yaşarlar?  İnsan aklı her zaman bu konularda bilgi edinmeye çalışmış ama edinememiştir.  Gene de bazen düşüncelerimizde bir resme bakar gibi daha büyük, daha iyi bir dünyaya bakmanın yararlı olduğunu inkâr edemem.  Bunu yapmayacak olursak, akıllarımız günlük hayatın sıradan konularına alışıp fazlasıyla büzülebilir ve yalnızca tümüyle önemsiz düşüncelere gömülebilir.  Ama bir yandan da gerçek konusunda dikkatli olmalı, ölçüyü kaçırmamalı, kesin olanı olmayandan, gündüzü geceden ayıredebilmeliyiz.” (s17)

Burnet dünyada ruhlar, hayaletler, melekler gibi görünmeyen varlıkların bulunduğuna, fakat onları göremediğimizi, nasıl yaşadıklarını bilemediğimizi, insanoğlunun bu varlıklar hakkında hep bilgi edinmeye çalıştığını ama başarılı olamadığını söyler. Bu soyut varlıkları ancak zaman zaman algıladığımız için tanımlamak zor olmaktadır. Burnet, bu semavî ve ideal varlıkları anlamak için çaba göstermemizin gerekli olduğuna inanmasına rağmen, geçici ve hiç te mükemmel olmayan bu dünyada yine de ayaklarımızı yere sağlam basmamız gerektiğine söyler.
Yine Burnet’in alıntısını temel olarak alırsak  Coleridge’in  şiirinde, ruhsal ve dünyevi dünyaların iç içe geçtiğini görebiliriz.  Birinci bölümde, düğün konuğu, yaşlı denizci ile büyülenir ama aynı zamanda “dünyevî” düğün şenliklerine katılmak için can atmaktadır. Çünkü o, bu dünyaya aittir ama yaşlı denizci geçmişini sürekli yaşamakla lanetlendiği için bu dünyanın nimetlerinden yararlanamaz.
Şiirin adının İngilizcede “The Rime of the Ancient Mariner” olduğunu söylemiştik.  Buradaki rime sözcüğü hem (rhyme) kafiye, (yani bir anlamda da şiir ) diğer yandan da  maddelerin üstünü kaplayan buz kitlesi, buz, buzul anlamına gelmektedir.  Yine soyut ve somut bir arada işlenmektedir.  Yaşlı denizciyi nöbetler halinde  hikayesini anlatmaya sevkeden dehşet, denizcilerin buz ile karşılaşmaktan duyduğu dehşete paralel olarak görülebilir.

Türkçeye Şavkar Altinel tarafından “Yaşlı Gemici” olarak çevrilen Coleridge’in ünlü “The Rime of the Ancient Mariner” adlı baladı 1798 yılında dostu, şair Wordsworth ile bir ortak çalışma sonucu olarak “Lirik Baladlar” içinde yayımlandı.  Coleridge’in, şiirin ilk baskısında kullandığı arkaik dili,  romantik akımın uyaksız, gündelik dil kullanma  eğilimine aykırı idi.  Şiirin İngilizce adı “The Rime of the Ancient Mariner” dan yola çıkarsak, dilin eskiliğini daha iyi anlamış oluruz.  Rime sanıyorum artık gündelik dilde kullanılan bir sözcük değil.  Ancient Mariner için de Old Sailor kullanılabilirdi ancak Coleridge bu eski dilin kullanımının şiirine kadim bir hava, bir zaman dışılık ve bilgelik getireceğini savunuyordu.  Yaşlı Denizci’nin  daha sonraki basımında dilini sadeleştiren Coleridge, 1817 yılında şiirin arkaik havasını korumak amacı  şiirinin sol yanına bir açıklama sütunu ekleyerek şiirdeki bu tarihi havayı yeniden elde etmeyi ummuştu.  
Şiirin dili ve kafiye kullanımı romantik akımına ters olmakla birlikte, şiirdeki yaşlı gemicinin kişisel deneyimi, doğa ve doğaüstü varlıklarla büyülenme olgusu, akımın ana  ögeleri arasındadır.  Coleridge, yine romantik akıma paralel olarak, şiirinde, doğanın görkemini, insanın doğa karşısındaki küçüklüğünü ve kırılganlığını, doğanın tanrısallığı karşısında insanın cüceliğini anlatmıştır.  Şiirinde yaşlı gemiciyi okyanusta yapayalnız bırakarak doğa karşısında insanın küçüklüğünü ve çaresizliğini dile getirmiştir.

Coleridge Yaşlı Gemici şiiri ile gündelik hayata birkaç deyim kazandırmıştır.  İnsanın tepesinde dönüp duran, onu  rahat bırakmayan sorun olarak  “Albatros”  dile yerleşmiş. “Su, su nereye baksan su, ama içecek tek damla yok” dizeleri ile de insanın imkanlarla çevrili olmasına rağmen bu imkanlardan yararlanamadığını belirttiği durumlarda kullanılmaya başlamıştır.

Doğal Dünya : Fiziksel Dünya

Coleridge şiirinde tabiatın huşu uyandıran görkemi karşısında insanı cüceleştiren gücünü vurgulamıştır.  Yine 1817 yılında yan sütun olarak yaptığı eklentilerde ruhanî dünyanın doğal dünyayı kullandığı ve kontrol ettiği görüşü açıktır.  Zaman zaman tabiatın kendisi, bir karakter olarak, Yaşlı Gemici ile temasa geçer.  Yaşlı Gemici “kutsal hayvanı” yani albatrosu “konukseverlik kurallarını çiğneyerek” vurduğunda  tabiat öcünü alır.  (s55)
Deniz durulur, güneş yakar, okyanus çürür, sümüksü yaratıklar geminin etrafına dolar, cadı kazanı gibi ölüm ateşleri etrafı sarar.
    Su, su nereye baksan yalnızca su,
    Güverte tahtaları çekti zamanla
    Su su nereye baksan yalnızca su,
    Ama hiç bir yerde yok içecek bir damla
    Ve İnanılmaz bir şey oldu, Tanrım ¡
    Denizin ta kendisi çürüdü.
    Ve sümük gibi olmuş sularda
    Sümüklü yaratıklar sürünüp yürüdü ¡
    Kaykılıp yatarak, doğrulup kalkarak;
    Dansetti gece ölüm ateşleri
    Ve mavi, yeşil, beyaz yandı sular
    Kaynayan bir cadı kazanı gibi. (s59
)
     Yaşlı Gemici sümüksü varlıklara sevgi ile baktığında,  yani bir anlamda doğaya saygı gösterdiğinde cezası hafifler, yağmur yağar, bir fırtına patlak verir.  kocaman bir buluttan ateş akar.  Tanrı ya da bir pagan ilahı, Yaşlı Gemiciyi cezalandırmak veya dinsel bir saygı uyandırmak üzere harekete geçer.
Kitabın sonunda Yaşlı Gemici ruhâni dünya ile uyum içinde olabilmek için  doğaya, yani gerçek dünyaya saygı duyulması gerektiğini söyler.  Çünkü Tanrıya saygı duymak onun yaratıklarına saygı duymak ile mümkündür.  Yaşlı Gemici bu nedenle kitabın sonunda ortaya çıkan Keşişin  hem dua ederek hem de doğa ile bir uyum içinde yaşayarak bir örnek oluşturmasını yüceltir.  Yaşlı Gemicinin düğün konuğuna son nasihatı da ruhanî, “daha büyük ve daha iyi bir dünya” ya ulaşabilmenin, dünyevî değerleri “gündelik hayatın önemsiz şeylerini” değerlendirmekle mümkün olabileceğidir.

Ruhanî Dünya : Metafizik

Yaşlı  Gemici” şiiri doğal, fiziksel –kara, deniz, okyanus – bir ortamda geçmektedir.  Ancak şiir insanın ruhanî, metafiziksel dünya ile olan ilişkisini anlatan bir alegori olarak görülmektedir.  Burnet, Ademden bu yana insanın şeyleri sınıflandırma itkisi olduğunu söyler.  Bir görüşe göre, Yaşlı Gemici,sanki  “Bir Hıristiyan ruh” olarak gelen ve Tanrı kuluymuş gibi selamlanan albatrosun, manevî değil, ölümlü bir yaratık olduğunu  kanıtlamak için onu merakından öldürmüştür.  Her doğal yaratık gibi albatros ta ruhanî dünyaya derinden bağlıdır işte bu noktada yaşlı denizcinin çilesi başlar.  Ruhanî dünya doğal dünya aracılığı ile yani yelkenleri dolduracak rüzgâr bulunmayışı, uçsuz bucaksız okyanus, güneş, susuzluk ile gemiciyi ve denizci arkadaşlarını cezalandırmaktadır.  Ölüler canlanarak  gözleriyle yaşlı denizciyi lanetlerken bedenleri güclü bir ruh tarafından ele geçirilir.
Şiir boyunca Yaşlı Gemici birkaç defa ruhları algılar.  Ancak ruhlar gemici hakkında kendi aralarında konuşurlar ama doğrudan gemici ile temasa geçmezler. 
Ölüm ve Canlı Ölümü içinde taşıyan hayalet gemi yanaştığında Yaşlı Gemici onların zar atarken kaderi üzerine yaptıkları pazarlıkları duyar.  Kıyıya yanaştıklarında cesetlerin üzerinde titreşen ruhlar gemici ile konuşmazlar ama gemiyi selâmete çıkarırlar.
Bütün bu süreçte ruhların gerçek mi yoksa gemicinin hayal mahsulü mü olduğunu bilemeyiz.  Hem yaşlı Gemici hem de okur olarak bizler, ölümlü yaratıklar olduğumuz için, manevî  yaratıkların varlığı konusunda kanıtlar ararız.
Coleridge’in ruhsal dünyası dinsel ve fantastik arasında dengelenir.   Yaşlı Gemici su yılanlarını kutsadığında dualarına karşılık bulur ve susuzluğu biter.  Yeryüzü nimetlerini yücelten ve insanın öbür dünyaya olan saygısının kaybolmasına neden olan toplum insanın ruhsal dünya ile ilişkisinin kesilmesine sebep olur.  Bu nedenle şiirdeki düğün şöleni insanın kutsaldan ne kadar uzak olduğunu simgelemektedir.  Öte yandan, örneğin toplu halde edilen dua, insanı ulvî olana daha yaklaştırmaktadır.

Eşik

Bir durumdan başka bir duruma, bir âlemden başka bir âleme geçmekte olan kişinin, arada, ortada,  eşikte olma konumu.  Somut, bir ormandan bir düzlüğe geçiş veya bir sanatçı için gerçekten, düşselin mucizelerine geçiş olarak nitelendirilebilir. Coleridge, Wodsworth, Keats gibi romantik şairler ruhanî olanı deneyimleyebilmek için eşik nosyonuna çok önem vermişlerdir.   Bu nedenle, bu şairler, özellikle Coleridge,  uyuşturucunun verdiği üfori ile  ilişkilendirilirler.  Alanlar ya da durumların eşiğinde olan insanlar için haz ve acı girift bir şekilde iç içe geçmiştir.
Romantik şairler şiirlerinde, eşik alanına giren anlatıcının deneyimleri sonucunda geri dönülmez şekilde değiştiklerini anlatırlar. Romantik eserin kendine güvenen kahramanı olay örgüsünün içinde şaşırtıcı bir alana girer ve bu alandan çabalarıyla daha bilge ama daha hüzünlü bir insan olarak çıkar.
Coleridge “Yaşlı Gemici” nin daha epigrafından başlayarak kitap boyunca ruhanî ve dünyevi alanlar ile ilgili hayranlığını  belirtmiştir.  Yani Burnet’in bu alanlara belli ve belirsiz, gündüz ve gece dediğini anımsayalım.
Yaşlı Gemici’de eşikler ürkütücü ve ızdırap vericidir.  Denizcilerin karşılaştığı ilk eşik ekvatordur.  İki yarımkürenin eşiğindeki ekvator Coleridge için ideal bir eşik sahnesi oluşturur.  Gemi ekvatoru geçer geçmez  sembolik eşiğe girer.  İngilizcede buz kristallerinin bir cisimin üzerinde yığılarak kümelenmesi anlamına gelen “Rime” eşik kavramını en iyi ifade eden olgulardan biridir.  Su tek formda değil, sıvı (su), katı (buz) ve gaz (sis) formlarında görülmektedir.  Gemi hala okyanusta olmasına rağmen devasa aysberglerle çevrili olduğu için karada hissi uyandırmaktadır .  Harikulade güzel ama aynı zamanda ürkütücüdür.  Okyanusun eşiğinde olan buzdağı büyük bir güce sahiptir.  Ve güçlü bir ruh ta “rime” da ikamet etmektedir.
Albatrosu öldürmenin cezası olarak Yaşlı Gemici Canlı Ölüme mahkum edilir. Canlı Ölümün kendisi de bir araftır.  Ne canlı ne de ölü.  Yaşlı Gemici lanetin acısından geçici olsa bile biraz kurtulmak için artık hikâyesini durmadan insanlara baştan sona kadar anlatmak zorunda kalacaktır.  Artık ölümsüz olan bedeni onun hapishanesidir.  Ama bu “rime” deneyimi nedeniyle ızdırap çekmesine rağmen aynı deneyimden dolayı ruhanî ve ilâhi olanla yüzyüze gelmiştir.  Bu nedenle başına gelen lanet aynı zamanda bir nimete dönüşmüştür. Bu anlatı ile büyülenen ve sersemleyen keşiş, düğün konuğu ve diğerleri de eşikte olmanın deneyimini yaşamışlardır.
Coleridge şiirinde ahlakî temalar bulunmadığını söylemesine rağmen şiir dinsel temalarla yüklüdür.  Örneğin 7. bölümde, birlikte dua etmekten daha büyük coşku yoktur diye seslenir .
    Gitmek birlikte kiliseye
    Ve hep birlikte dua etmek
    Eğerken hepsi Rabbine baş,
    Her dede. Her bebe. Her arkadaş
    Her güzel kız, her genç erkek” (s169)


Yaşlı Gemici’nin albatrosu öldürmesi Tevrat ve İncildeki Adem ile Havva, Habil ile Kabil hikayelerindeki ihanet temalarıyla koşuttur.  Adem ile Havva gibi Tanrının kurallarına saygısızlık ederek, ona mesafeli olması gereken şeyleri  anlamaya kalkışarak günah işler.  Kabil gibi Tanrının bir yaratığını öldürerek onu kızdırır.  Yaşlı Gemici  Yahuda’nın bir arketipi olarak ta görülebilir. Yahuda gibi o da kutsal bir varlığı öldürür.  Pek çok okur albatrosu en sevilen varlık olması nedeniyle İsa olarak yorumlamaktadır.
Albatros günahının simgesi olarak Yaşlı Gemici’nin boynuna asılır .  Sonunda dua edebilmesine, ve yağmurun onu bir anlamda vaftiz etmesine rağmen ruhu kurtulmayacaktır.  Sonuç olarak Yaşlı Gemici Tanrının yüceliğini etrafındakilere anlatmak üzere var olan tuhaf bir peygamber gibidir. Şiir pek çok Hiristiyan motifi ile yüklüdür. Bütün yaratıklar, küçük olsun büyük olsun, sümüksü yılanlardan, albatrosa kadar  Tanrının eseri olduğu için sevilmelidir, sayılmalıdır.
    Ah, o mutlu canlılar !  Hangi dil
    Anlatabilirdi bu güzelliği gerçekten ?
    Kalbimden fışkırdı derin bir sevgi,
    Kutsadım onları fark etmeden :
    Merhamet etmişti ki koruyucu azızım,
    Kutsadım onları fark etmeden

Doğal dünyanın değerini anladığında Yaşlı Gemici dua edebilme yetisini yeniden kazanır.  Ve Albatros boynundan düşer.Artık çarmıhını boynunda taşımayacaktır.
    Ve dua edebildim o anda,
    Hafifledi boynum ansızın
    Sıyrılıp düşüverdi Albatros
    Ve kayboldu altında suların.

Mahpusluk :

Pek çok yönden Yaşlı Gemici bir mahpusluk ve dolayısıyla yalnızlık ve azap hikayesidir. Şiirin başında gemi bir macera ve eğlence aracıdır.  Ama Yaşlı Gemici albatrosu öldürdükten sonra gemi bir mapushaneye dönüşür.  Rüzgâr kalır, gemicilerin uygarlıkla ilişkileri kopar.  Susuzluk nedeniyle suskunlaşırlar ve birbirleriyle insani ilişkileri kalmaz.  Diğer gemiciler öldüğünde de gemi artık Yaşlı Gemici için tam bir hapishaneye dönüşür.  Daha da dramatik olan, ufukta görülen hayalet gemiyi kullananların, kudret simgesi olan güneşi bile hapsedecek kadar güçlü  olması.  Ruhlar yalnızca insanları değil, güneş sistemini de kontrol ettikleri için,  ruhanî dünyanın fiziksel dünyanın üzerindeki hakimiyeti vurgulanmaktadır.
    Ve parmaklıklar ardında kaldı hemen Güneş (Sana sığındık, yardımcımız ol, Meryem Ana !) Bakıyormuş gibi bir zindan penceresinden Baktı o büyük, yanan yüzüyle dünyaya. (s73)
Aynı zamanda doğal dünya da ayrı bir hapis yeteneğine sahiptir.  Denizciler ikinci bölümde buzdağlarının arasında mahpus kalırlar,  ta ki albatros gelip onları kurtarıncaya kadar.  Bu nedenle bazı yorumcular tarafından Albatros kurtarıcı İsa olarak,  Yaşlı Gemici de bir günahkâr arketipi olarak görülmüştür.  İsa’nın kullarını selâmete çıkardığı gibi albatros ta denizcileri selâmete çıkaracaktır.  Ancak Yaşlı Gemici bu kurtarılma şansını kaybederek limboda sonsuz Canlı Ölüme mahkûm edilecektir.  Günah işleyen her kul, İsa ile ilşkisini tahrip edecek ve cennete gitme şansını elde etmek için bir kefaret ödeyecektir.  İnsanların boyunlarına haç takmaları gibi günahını hatırlatmak için denizciler de Yaşlı Gemicinin boynuna albatrosu asarlar.
Kitabın sonunda gemideki mahpusluğundan kurtulan Gemici artık kendi bedeninin içindeki sonsuz hapse mahkûmdur.  Buzda (“Rime” da ) da hapsedilmiş, kıstırılmış gibi hikâyesini durmadan anlatacaktır.  Aynı zamanda gözlerindeki “kor ateşi” ile insanları onu dinlemeye mecbur ederek onları da esir almaktadır.
Coleridge Yaşlı Gemici’nin lanetini yan sütunda şöyle anlatır:
   
Yaşlı Gemici içten gelen bir şekilde Münzevi’ye yalvararak günah çıkartmak ister. Ama işlediği günaha karşılık yaşama cezasına çarptırılır.
    Dedim. “Çıkart günahımı, kutsal adam!”
    Haç çıkarttı geçirip elini yüzünden;
    Dedi “Söyle bana. Söyle hemen şimdi,
    Nesin. Ne biçim insansın sen?”
    Anında kavrayıverdı gövdemi
    Derin, dayanılmaz bir acı;
    Anlatmaya başladım hikâyemi
    Ve öyle dindi ancak o sancı.


İntikam

Yaşlı Gemici” şiiri Gemicinin içten gelen ani bir dürtüyle albatrosu öldürmesi sonucunda kitap boyunca ödediği  bedel nedeniyle bir intikam öyküsü olarak görülebilir.  Ruhanî dünya, albatrosun öcünü, Yaşlı Gemici ve arkadaşlarından fiziksel ve psikolojik işkencelerle almaktadır.  Ölüm eşiğinde hezeyan içinde olan denizciler etrafları çepeçevre su olduğu halde susuzluktan takatları kesilir, dudakları susuzluktan siyaha döner.
Denizciler kendileri masum oldukları halde neden Yaşlı Gemici gibi ruhların lanetine uğradılar?
Denizciler Yaşlı Gemici albatrosu öldürdüğünde onu suçlarlar, hatta albatrosu Gemici’nin boynuna asarlar ancak gemi düze çıkınca ona hak verip överler.  Böylece hepsi suça iştirak ettikleri için lanetlenirler.
Öfke ile harekete geçildiği için intikam kördür, ruhanî olsa bile.  Ama en ağır cezayı Yaşam-içinde-ölüm cezasına çarptırılan Yaşlı Gemici çekecektir.  Ölümsüz olan Münzevi  sevgili albatrosunun ölüm ızdırabını sonsuza de çekeceği için Yaşlı Gemici’yi de sonsuz hayata ve dolayısıyla sonsuz acıya mahkûm eder.  Yaşlı Gemici öyküsünü anlatırken bizi, insanların anlık budalalıkla, bencillikle ve doğal hayata saygısızlıkla yaptıkları hataların ağır, kalıcı sonuçları olabileceğine uyarıyor gibidir.

Bağışlanma

Beşinci bölümün sonuna doğru Gemici sanki bağışlanmıştır.  Uyuyabilmiş, yağmur sonunda yağmıştır.  Gemicinin çektiği müthiş susuzluk onun ahlakî yoksunluğunu sembolize etmektedir.  Bağışlanma da yağmurla birlikte gelmiştir.  Hiristiyan inancına göre yağmur, kulun İsa’nın bir hizmetkârı olduğunu anlaması ve tanrının yaratıklarına saygı göstermesi sonucunda vaftiz edilmesini sembolize etmektedir.
    Ortadan yarılmıştı kara bulut,
    Bir doruktan dökülen sulardan farksız,
    İniyordu yıldırımlar zikzagsız,
    Benziyordu dik ve geniş bir ırmağa.

Çevresinde halâ dehşet verici olaylar cereyan etmesine rağmen Gemici artık olaylardan korkmaz,  aksine huşû duyar.  Gemiciler uyanır.  Herşey şarkı söyler.
Ama hava durgun olduğu halde gemi süratle Ekvatora gelince olaylar yeniden başlar.  İki ses aralarında Yaşlı Gemiciyi tartışırlar.  Denizin altından gemiyi takip eden, Hiristiyan inacindan çok pagan bir inancı temsil eden ruh, Albatrosu çok sevdiği için onu öldüren Gemiciyi cezalandırmaktadır.  Konuşan iki sesin yoksa Burnet’ın dediği türden birer ruh mu olduğunu yoksa Yaşlı Gemici’nin bir hezayanı mı olduğunu bilemeyiz.  Bizler beşerî varlıklar olduğumuz için günahkârız ve Yaşlı Gemici’nin suçuna aynı derecede ortağız.  Ay gemiyi engin sularda uçursa, denizciler gökyüzüne uçsa bile lanet tekrar dönecek ve Yaşlı Gemici’nin yakasını bırakmayacaktır.
Altıncı bölümde hikâye genelde Yaşlı Gemicinin ağzından bir vaaz gibi anlatılmaktadır.  Münzevî, dümenci ve yamağı gemiye geldiğinde Yaşlı Gemici Münzevinin “albatrosun kanını yıkayarak” onu günahlarından arındırabileceğini düşünür.  

Hikâye Anlatmak :

Coleridge “Yaşlı Gemici” şiiriyle yalnızca denizcinin anlattığı öyküye değil, aynı zamanda hikâye anlatmanın kendisine de dikkatimizi çekmek istemektedir.  Şiir büyük oranda Yaşlı Gemicinin ağzından aktarıldığı için, o konuşmadığı anlarda öykü kesintiye uğruyor gibidir.   Biz yalnız Coleridge’ın değil aynı zamanda Yaşlı Gemici’nin de izleyicisiyiz.  Anlatıcının onu dinleyenlere verdiği ahlâki  mesajlar aynı zamanda bizlere de verilmiştir.  Hikâyede öykü anlatımı,  düğün konuğu ve dolaylı olarak bizleri tatlı hayatın baştan çıkarıcılığından caydırarak, doğal ve ruhanî bir  hayata doğru yönlendirilmemizi sağlamak amacını gütmektedir.
Şiir, aynı zamanda şairin yazma uğraşının bir alegorisi olarak ta görülebilir.
    Gece gibi ülkeden ülkeye geçerim; Yüzünü gördüğüm anda anlarım, Beni dinleyecek kimseyi tanırım; Ve hikaye hemen ona öğretilir. (teach) (s161 – teach kelimesi çeviride anlatılır olarak kullanılmış.)
Bu şekilde Coleridge, okuyucuya bilgelik telkin eden Yaşlı Gemici ile kendisi arasında paralellik kurmaktadır.  Coleridge bütün yazarların Yaşlı Gemici gibi öykülerini anlatma saplantısı içinde olduklarını ima etmektedir.  Bu tanrı vergisi yetenek aynı zamanda bir lanettir de.  Yazı yazmanın hazzı çekilen cefa ile gölgelenmektedir.  Toptaş’ın “Bin Hüzünlü Haz” zı gibi.Bu açıdan bakıldığında yazar kendi, ya da başkalarının mutluluğu için değil, acı dolu bir itkiyi doyurmak için yazmaktadır.  Yazarın görevleri arasında aynı kaderi paylaşmamak için başkalarını bilgilendirmek te vardır.
    O gün bugündür, beklenmedik bir anda
    Başlar gene o büyük acı bende
    Ve anlatana dek bu korkunç hikayeyi
    Yanıp tutuşur yüreğim içimde. (s157)

Yaşlı Gemici’nin yaşam ile ölüm arasında arafta kalması, yazarın hayal gücünün, “öyküsü anlatılıncaya kadar” boşlukta  asılı kalması arasında parallellik görülmektedir.  Yaşlı Gemici de yazar kadar düşgücünün esiridir.  Öykülerini anlatmak onlar için panzehirdir.  Öykülerini anlattıktan hemen sonra hikâyelerini yeniden anlatmak için müthiş bir dürtü duyacaklardır.  Yaşlı Gemici, Düğün konuğuna, ertesi güne yeni bir insan olarak başlama ilhamı verecektir. 
    Böyle deyip kor gözlü gemici Gitmişti kır sakalıyle oradan.
    Düğün Konuğu da girmeyip içeri
    Geri döndü güveyin kapısından.
    Uzaklaştı sessizce ağır ağır,
    Kendini vurgun yemiş gibi duyarak
    Ve açtı gözlerini ertesi sabah
    Daha hüzünlü ve bilge biri olarak.

Yaşlı Gemici, onu mahvetmeyen ama yine de devamlı işkence eden, kendi yeteneğinin sürekli bir kurbanı olacaktır.
Son söz olarak Coleridge Yaşlı Gemici aracılığı ile  Düğün konuğuna şöyle öğüt verir.
    Elveda Düğün Konuğu, elveda,
    Ama isterim şuna inanmanı:
    İyi dua eder o kişi ki sever
    Hem insanı, hem kuşu, hem hayvanı.

    En iyi dua eden sevendir en yürekten
    Büyük, küçük, tümünü canlıların
    Çünkü bizi de seven sevgili Tanrı
    Yaratmıştır ve sever hepsini onların.


Tanrının yaratıklarına saygı gösteren kişi tanrıya yaklaşacaktır.  Coleridge Yaşlı Gemici’nin “tuhaf bir anlatım yeteneği” ve  “öğretmek” sözcüklerini  kullanmaktadır.  Böylece anlatıcı ile kendisi ve diğer yazarlar arasında bir parallellik kurmaktadır.  Öykü anlatıcıları bilgeliklerini başkalarına taşıyan insanlardır.  Tanrı vergisi yetenekleri aynı zamanda lanetleridir de.    Yaşlı Gemici’nin azap verici arafta dengesini bulmaya çalışması, yazarın gerçekle düşgücü arasındaki eşikte yolunu bulması ile koşutlandırılmaktadır.  Şair insanları bir düğün töreninden  alakoyacak kadar güçlüdür.  Dinleyenlerini değiştirme yetisine sahiptir.  Azap veren ama hiçbir zaman yazarı mahvetmeyen bir hüner.

Kitaptan alıntılar ;

“(…)
‘Tanrı kurtarsın seni, Yaşlı Gemici!
Nen var? Ne titretiyor her yanını?’
‘Kaptım oklu tüfeği, çektim hemen tetiği,
Aldım ALBATROSUN canını.

(Yaşlı Gemici onlara uğur getiren kutsal kuşu konukseverlik kurallarını çiğneyip öldürür.) (s. 47)
(…)
Korkunç bir şey yapmıştım herkese göre,
Başımıza bir gelecek vardı.
Dediler, açık şu: Öldürdün o kuşu,
Estiren bu hayırlı rüzgarı.
Alçak, nasıl ettin, o kuşu katlettin,
Estiren bu hayırlı rüzgarı? (s.51)
Ne kızıl, ne de sisli, Tanrı’nın başı gibi
Görkemle çıkınca Güneş ama denizden,
Dediler, açık şu: Öldürmeliymiş o kuşu,
Bize yalnızca bulut ve sis getiren.
Nasıl iyi ettin, o kuşu yok ettin,
Bize yalnızca bulut ve sis getiren!

(…)
Birden rüzgar dindi, tüm yelkenler indi,
yoğun bir hüzün çöktü her şeye,
Ağırlığı hissettik, rastgele sözler ettik
Sırf denizin sessizliği bozulsun diye.
Cehennem sıcağında bakır gökte
Duruyordu kan rengi olmuş Güneş
Öğle vakti tam tepesinde direğin;
Öyle ufalmış ki boyu Ayla eş.
Günler günleri izledi böyle,
Durduk orada hiç kıpırdamadan
Ressam elinden çıkmış bir gemi gibi,
Ressam elinden çıkmış denizde duran.

(Ama sisdağılınca kuşun öldürülmesinin iyi bir şey olduğunu söyler ve böylelikle de Gemicinin suçuna ortak olurlar.
Rüzgar devam eder, gemi Pasifik Okyanusu’na girer ve Ekvator’a varana kadar kuzeye ilerler.
Birden rüzgar dinip gemi hareketsiz kalır.) (s. 55)

Ve bazıları emindi gördüğünden
Başımıza bunları açan ruhu düşünde:
Gelmişti o sis ve buz diyarından
Peşimize düşüp dokuz kulaç derinde.
Ve her dil o kuraklık yüzünden
Kurumuştu ta köküne kadar:
Daha imkansız olmazdı konuşmak
Tıkasaydı boğazımızı kurumlar.
Ah işte baktı yüzüme nefretle
Gemideki herkes, genç olsun, yaşlı olsun;
Sövüp birlikte bana astılar boynuma
Haç yerine ölüsünü Albatros’un.

(Bu gezegenin görünmeyen sakinlerinden biri olan bir Ruh onları takip etmiştir. Ne bir ölünün ruhu ne de bir melek olan bu varlıklar hakkında alim Yahudi Josephus’un ve Konstantinapollü Platonist Michael Psellus’un yapıtlarından bilgi edinilebilir. Çok sayıdadırlar ve bulunmadıkları iklim ya da ortam yoktur. Arkadaşları, çektikleri acı içinde bütün suçu yaşlı Gemiciye atmaya hazırdırlar; bunu göstermek için de boynuna ölü deniz kuşunu asarlar.) (s. 63)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Bitkin günler geçirdik hep birlikte.
Her boğaz kurumuş, her göz donuk.
Bitkin günler geçirdik, bitkin günler!
Her bitkin göz nasıl da öyle donuk!

(…)
(Yaşlı Gemici’nin gözüne uzaklarda bir işaret görünür.) (s. 67)
(…)
(…)
Kaldık o kuraklıkta sesimiz çıkmadan.
Isırıp kolumu emdim oradan kan,
Haykırdım ‘Gemi geliyor!’ diye.

(Yaklaştığında, Gemici bu geleni gemiye benzetir ve büyük bir fidye ödeyerek konuşma gücünü susuzluğun elinden kurtarır.) (s. 69)
(…)
(…)
Ve tek tayfası o Kadın mı acaba?
Bir de ÖLÜM mü var yoksa yanında?
ÖLÜM mü yoksa o kadının eşi?
Kadının ağzı kızıl, duruşu serbestti,
Saçlarının sarısı farksızdı altından,
Cüzam beyazıydı bembeyaz teni:
CANLI ÖLÜM denen o Kabustu belli,
İnsanların kanını donduran.

(Ve kaburgaları, batmakta olan Güneşin önünde yükselen parmaklıklar gibi durur. İskelet gemide Hayalet Kadınla onun Ölüm Yoldaşından başka kimse yoktur.
Mürettebat da gemiye uygundur!) (s. 73)
(…)
Yalnızdım, yalnızdım, yapayalnızdım
Uçsuz bucaksız denizde
Ve işkence içindeki ruhuma
Merhamet etmedi çıkmadı bir azis de.

(Ama yaşlı Gemici, gövdesinin hayatta olduğunu açıklar ve suçunun korkunç cezasını anlatmaya başlar.) (s. 81)
(…)
Baktım o çürüyen denize
Ve kaçırdım gözlerimi hemen;
Baktım çürüyen güverteye:
Başka bir şey yoktu ölülerden.

Göğe bakıp çalıştım dua etmeye;
Ama çıkmadan ağzımdan tek söz bile,
Kötü bir fısıltı gelip kulağıma
Kalbimi dönüştürdü çöle.

Gözlerimi kapatıp kapalı tuttum;
Birer nabız gibi atıyorlardı:
Gökyüzü ve deniz, deniz ve gökyüzü
Bitap düşürmüştü her iki gözü;
Çevremde de ölüler yatıyorlardı.


(Ve onca insan ölmüşken yaşıyor olmalarını kıskanır.) (s. 85)
(…)
Ah o mutlu canlılar! Hangi dil
Anlatabilirdi bu güzelliği gerçekten?
Kalbimden fışkırdı derin bir sevgi,
Kutsadım onları fark etmeden:
Merhamet etmişti ki koruyucu azizim,
Kutsadım onları fark etmeden.

Ve dua edebildim o anda,
Hafifledi boynum ansızın
Sıyrılıp düşüverdi Albatros
Ve kayboldu altında suların.


(Güzelliklerinin ve mutluluklarının farkına varır.
Ve kalbinin derinliklerinde onları kutsar.
Büyü çözülmeye başlar.) (s. 97)

BEŞİNCİ BÖLÜM

Uyku tatlı, okşayıcı bir şeydir,
Yoktur dünyada onu sevmeyen:
Yüce Meryem Ana, şükürler olsun ona,
Bir uyku yolladı Cennet’ten bana,
Ruhuma sızıp her şeyi örtüveren.

Günlerdir bir sıra hantal kova
Güvertede durmuştu bekleyerek su:
Rüyamda çiyle dolmuş gördüm onları,
Uyandığımda da yağmur yağıyordu.

(Meryem Ana’nın inayetiyle yaşlı Gemici yağmura kavuşur.) (s. 101)
(…)
Çarmıhta ölen İsa aşkına,’
Diyordu birisi, ‘bu mu o adam,
Bir dokunuşuyla o zalim okuyla
Acımadan zararsız Albatrosu vuran?

Günlerini tek başına geçiren ruh
O diyarda sis ve karlarıyla,
Seviyordu o kuşu, seven bu adamaı,
Kendisini öldüren okuyla.’

Daha yumuşaktı sesi ötekinin
Yumuşacıktı özsuyu gibi:
Dedi, ‘Ceza çekti bu adam
Ve daha da ceva var çekeceği.’

(Kutuptan Gelen Ruhun yoldaşları olup çevremizdeki havada yaşayan iki şeytan o Ruha karşı işlenen suçla ilgilenir ve birbirlerine Kutuptan Gelen Ruhun nasıl yaşlı Gemiciye uzun ve ağır bir ceza verdiğini anlatırlar. Bu arada da Kutuptan Gelen Ruh güneye döner.) (s. 119)
(…)
(…)
Günah çıkartırım ona, diye düşündüm,
Yıkar benim için Albatrosun kanını.
(s. 137)
(…)
Dedim, ‘Çıkart günahımı, kutsal adam!’
Haç çıkarttı geçirip elini yüzümden;
Dedi, ‘Söyle bana, söyle hemen şimdi,
Nesin? Ne biçim bir insansın sen?’


Anında kavrayıverdi gövdemi
Derin ve dayanılmaz bir acı;
Anlatmaya başladım hikayemi
Ve öyle dindi ancak o sancı.
(Yaşlı Gemici içten gelen bir şekilde Münzeviye yalvararak günah çıkartmak ister ve işlediği günaha karşılık yaşamak cezasına çarptırılır.) (s. 153)
O gün bugündür, beklenmedik bir anda
başlar gene o büyük acı bende
Ve anlatana dek bu korkunç hikayeyi
Yanıp tutuşur yüreğim içimde.
(Ardından da ömrü boyunca büyük bir acı onu sık sık ülkeden ülkeye gitmeye zorlar) (s. 157)
Gece gibi ülkeden ülkeye geçerim;
Garip bir söz gücüm vardır;
Yüzünü gördüğüm anda anlarım,
Beni dinleyecek kimseyi tanırım:
Bu hikaye hemen ona anlatılır.
(s. 161)
(…)
Ah, Düğün Konuğu, bil ki ruhum
Yalnızdı uçsuz bucaksız bir denizde;
Öyle ıssız bir yerdi ki orası
Yoktu nerdeyse Tanrı bile

(…)
Elveda, Düğün Konuğu, elveda,
Ama isterim şuna inanmanı:
İyi dua ede o kişi ki sever
Hem insanı, hem kuşu, hayvanı.

(…)
(Ve başka insanlara örnek olup onlara Tanrı’nın yarattığı ve sevdiği her şeye saygı duymayı öğretir.) (s. 169)

Böyle deyip kor gözlü gemici
Gitmişti kır sakalıyla oradan,
Düğün Konuğu da girmeyip içeri
Geri döndü güveyin kapısından.

Uzaklaştı sessizce ağır ağır,
kendini vurgun yemiş gibi duyarak
Ve açtı gözlerini ertesi sabah
Daha hüzünlü ve bilge biri olarak.
(s. 173)”

“(…) Kesin olarak emin olduğum tek şey şiirin sonundaki basmakalıp dindar mesajın temelde bir başka ‘alay’ olduğuydu. Her şey diz çöküp birlikte dua etmekle çözülebilecekse, Gemici neden hala yalnızdı ve işkence çekiyordu?
(…) Dünyanın yalnız alabildiğine güzel değil, aynı zamanda alabildiğine garip ve yabancı da olduğunun sessizce okura sezdirildiği bölümlere özellikle tutkundum:
Hava giderek soğudu çok;
Geçti yanımızdan, koca dağlar buzdan,
Öyle yeşildi ki zümrütten farkı yok

Rüzgar esti kıçtan, köpük uçtu baştan,
Karıştı ardımızda uazanan ize;
Durmadan yol aldık; ilk defa biz daldık
Çıt çıkmayan o koca denize (s. 180)

Kayalar parlıyordu, ve parlıyordu
Üstlerinde yükselen kilise de;
Rüzgar gülü kıpırdamdan duruyordu
Ay ışığının onu gömdüğü sessizlikte.


(…)(s. 181)
(…) Ama gene de sormak istiyorum: Ayın, yıldızların, her şeyin ‘anayurtlarında ve evlerinde’ oldukları evrende tek ve yabancı varlık olan, işlediği günah yüzünden bir daha yurduna temelli dönemeyip yersiz yurtsuz bir şekilde ‘gece gibi ülkeden ülkeye geçen’ ve ancak yaşadıklarını anlatarak bir ölçüde huzur bulabilen Gemici size başka birini hatırlatmadı mı? Hatırlatması gerekir çünkü o Gemici sizsiniz, hepimiziz. O gece odamda (s. 182) şiiri okurken, Colridge’in o büyük günahın insan olup bizi dünyadan ve hayattan ayıran bilince sahip olmak olduğunu söylediğini duymuştum. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görebilmemiz için gerekli olan o bilinç, aynı zamanda bütün yaratıklarla kardeş olduğumuzu unutmamıza yol açıp bizi dünyaya yabancı kılıyor ve hem onu, hem de bizi yaralıyordu. İşlenen günah verilen cezayla aynı şeydi. Ama gene de bilincimize sarılmak, gördüklerimizin güzelliğini ve garipliğini dile getiren ‘hikaye’mizi başkalarına anlatmak ya da onların hikayelerine kulak vermek zorundaydık; çözüm birlikte ibadet etmek değil, yalnız başımıza yazıp okumaktı.
(…)(s. 183)”


Kaynak : Dipnot Kitap

3 yorum:

  1. Yalnız bu kitabın bendeki çevirisinin adı "kadim denizcinin ezgisi "ydi. Sanıyorum orijinal adı da buna benzer bir şey

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Kaan ,teşekkürler.. Yayınladığın konuları biriktirip, biriktirip okuyorum. Blog kısa sürede ciddi ve keyifle okunur bir hal aldı sayende.. İlk bölümü okuyabildim. Ancak şuna karar verdim. Ben bir " romantik " im.. Yanlış zamanda yaşıyormuşum demek.. :)

    YanıtlaSil