GENÇ ADAM İLE SEYİR..

koltuk halatlarını çözdüğünde saat öğlen 12 yi bulmuştu. Gündelik tekne işleri, son seyirden kalan eksik işleri tamamlaması neredeyse iki saatini almıştı. Omurga salmalı yelkenliyi hafif ve nazikçe yerinden çıkartıp , güney-güneydoğu yönünde mendirek çıkışına doğru çeyrek yol makine seyri ile yol almaya başladı. Hava güneşli ancak buz gibiydi. Marmara bölgesinde kış daha yeni başlamıştı ve muhtemelen her yıl oluğu gibi Mart ortalarına kadar sürecekti. Bir gün önce sert Lodostan kalan artık dalgalar mendireğin içine kadar girmiş, bordayı usulca sıyırıyordu. Adam ve genç delikanlı uyum içerisinde çalışıyor , yapılması gereken tüm işleri hiç konuşmadan anlaşarak hallediyorlardı.
Bugün yine günlerden Cuma idi ve 40 yıllık alışkanlık değişmemişti. O zamanlar Cuma günleri Alsancak’taki tarihi Atatürk Erkek Lisesinin arka kapısından fırlar,Yolda büfeciden koşarken parası pazartesi günü verilecek olan harçlık ile ödenmek üzere o zaman daha adı yengen olmayan , içinde her şeyin olduğu sıcak tost kapılırdı. Öğle saatlerinden bu yana yemek yenmediğinden, aslında vapurda yenmesi planlanan yengen koşarken ucundan biraz tırtıklanırdı. Dert , Pasaporttaki vapur iskelesinden 6.05 vapuruna yetişmek, Çünkü bu vapur Pasaport iskelesinden Karşıyaka’ya direk gider. Genelde o zaman en yeni vapur olan Alaybey gelir ki bu vapurun kıç güvertesinde beyaz ahşap vapur koltuğu diye tabir edilen kolçaklı geniş iskemleler olur.
aksi durumda , 6.20 vapuru beklenir ki bu durumda nedendir bilinmez en yavaş ve en eski vapur olan Sur gelir ki bu vapurun baş güvertesi olmadığından , kıç güvertede yer bulmak zor olur. Daha doğrusu yer bulunur da oturmak zor olur. O dönemde şimdiki gibi değil öyle.. Büyük varken ne haddine oturmak. Öyle ters ters de bakılmaz, yersin fırçayı Alimallah.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bu yavaş ve eski vapur utanmadan bir de Alsancak vapur iskelesine uğrar. 15 dakikalık yol, gelir sana 45 dakikaya. Ama esas seni gıcık eden 6.05 vapuruna koşmuş ve yetişememiş isen bu Alsancak vapur iskelesidir. Çünkü kasmaz ve okuldan rahat rahat çıkar 20 dakikada Pasaporta yarı mesafedeki Alsancak iskelesine yürür, rahat rahat vapuruna biner, Kıç alt güvertede avuç içine gizlediğin, seni o an 10 yaş daha büyük yapan cigarayı avuç içinde saklar, gizli gizli içersin.
Sonraki sınıflarda işin esas tatlı tarafının bu olduğu görülür. Çünkü artık kaderin garip bir cilvesi mi diyelim ya da yanlış şehir plancılığımı nedir bilinmez, Atatürk erkek lisesinden Alsancak vapur iskelesine doğru yürürken önce Cumhuriyet kız meslek lisesinin önünden geçilir , sonra da doğum evinin önünden..
Önceki dönemlerde, yani erken evlenilen ve lise bitirdiğinde şimdiki Amerika dan çift anadal yapmış üniversite öğrencisi gibi hürmet görüldüğünden bu sırayı takip eden hayli öğrenci olurmuş.
Okul çıkışı , mecburen kızlarla beraber yürünülür, ilk flörtler , göz göze gelmeler başlar.. Daha iki sene önce koşa koşa gittiğin iskeleye bu sefer aheste aheste yürümeye başlarsın. Hele bir de aşık olmuşsan o bahar aylarında .. Nefret ettiğin Sur vapuruna ricacı olursun aman daha yavaş git de biraz daha birlikte olasın sevgilim demeye çekindiğin sevgilin ile..
Şimdi neredeyse 40 yıl sonra yine bir Cuma günü , yine bir kıç güvertede , zamanında çıksın diye günde iki defa tıraş ettiği , artık kırlaşmış sakalını sıvazlarken delikanlıya dönüp;
– Yuf olsun be .. her şey bu kadar çabuk mu olacaktı.. Nasıl da değişti her şey..
Genç olanın dalgalara takıldı gözü, sonra bir yudum daha aldı sıcak çaydan, Eski alışkanlık ne zaman vapurda ya da denizde olsun , çabuk bitmesin ve görülmesin diye avucunun içinde sakladığı cigaradan bir nefes daha çekti..
– Değişen ne varsa şeklen.. ama lezzetler aynı, hiç değişmediler, değişmeyecekler de .. sen böyle ufka bakarken bir şeyler içen kim bilir kaçıncı denizcisin. Bu da değişmez.
Bir süre konuşmadan seyre devam ettiler.. Şimdi artık yelken ile yol alıyorlardı. Koca şehir şimdi arkalarında kalmış, kendi dumanı ile kendisini boğup yavaş yavaş yok oluyordu.
adam hafifçe kafasını çevirip geç oğlana baktı. Tıraş olurken çenesini tahriş etmişti anlaşılan .. İçinden ne kadar da bana benziyor diye geçirdi. Konuşma sırası ondaydı.
– seninle daha çok görüşelim delikanlı. aslında ben yalnız seyir severim ama doğruya doğru senden hiç rahatsız olmadım.
-Delikanlı tam olur bey amca diyecekti ama diyemedi , adam hiçte yaşlı gibi durmuyordu. sadece gülümsemekle yetindi ..
İlerledikçe şehir arkalarında görünmez olmuştu.
Rüzgar, dalgalar, artık iyice alçalmış olan kış güneşi , adam ve içindeki çocuk hep beraber zamanın durduğu yerdeydiler.
Ersin Böke