23 Kasım 2016 Çarşamba


GENÇ ADAM İLE SEYİR..












koltuk halatlarını çözdüğünde saat öğlen 12 yi bulmuştu. Gündelik tekne işleri, son seyirden kalan eksik işleri tamamlaması neredeyse iki saatini almıştı. Omurga salmalı yelkenliyi hafif ve nazikçe yerinden çıkartıp , güney-güneydoğu yönünde mendirek çıkışına doğru çeyrek yol makine seyri ile yol almaya başladı. Hava güneşli ancak buz gibiydi. Marmara bölgesinde kış daha yeni başlamıştı ve muhtemelen her yıl oluğu gibi Mart ortalarına kadar sürecekti. Bir gün önce sert Lodostan kalan artık dalgalar mendireğin içine kadar girmiş, bordayı usulca sıyırıyordu. Adam ve genç delikanlı uyum içerisinde çalışıyor , yapılması gereken tüm işleri hiç konuşmadan anlaşarak hallediyorlardı.


Bugün yine günlerden Cuma idi ve 40 yıllık alışkanlık değişmemişti. O zamanlar Cuma günleri Alsancak’taki tarihi Atatürk Erkek Lisesinin arka kapısından fırlar,Yolda büfeciden koşarken parası pazartesi günü verilecek olan harçlık ile ödenmek üzere o zaman daha adı yengen olmayan , içinde her şeyin olduğu sıcak tost kapılırdı. Öğle saatlerinden bu yana yemek yenmediğinden, aslında vapurda yenmesi planlanan yengen koşarken ucundan biraz tırtıklanırdı. Dert , Pasaporttaki vapur iskelesinden 6.05 vapuruna yetişmek, Çünkü bu vapur Pasaport iskelesinden Karşıyaka’ya direk gider. Genelde o zaman en yeni vapur olan Alaybey gelir ki bu vapurun kıç güvertesinde beyaz ahşap vapur koltuğu diye tabir edilen kolçaklı geniş iskemleler olur.


aksi durumda , 6.20 vapuru beklenir ki bu durumda nedendir bilinmez en yavaş ve en eski vapur olan Sur gelir ki bu vapurun baş güvertesi olmadığından , kıç güvertede yer bulmak zor olur. Daha doğrusu yer bulunur da oturmak zor olur. O dönemde şimdiki gibi değil öyle.. Büyük varken ne haddine oturmak. Öyle ters ters de bakılmaz, yersin fırçayı Alimallah.


Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bu yavaş ve eski vapur utanmadan bir de Alsancak vapur iskelesine uğrar. 15 dakikalık yol, gelir sana 45 dakikaya. Ama esas seni gıcık eden 6.05 vapuruna koşmuş ve yetişememiş isen bu Alsancak vapur iskelesidir. Çünkü kasmaz ve okuldan rahat rahat çıkar 20 dakikada Pasaporta yarı mesafedeki Alsancak iskelesine yürür, rahat rahat vapuruna biner, Kıç alt güvertede avuç içine gizlediğin, seni o an 10 yaş daha büyük yapan cigarayı avuç içinde saklar, gizli gizli içersin.


Sonraki sınıflarda işin esas tatlı tarafının bu olduğu görülür. Çünkü artık kaderin garip bir cilvesi mi diyelim ya da yanlış şehir plancılığımı nedir bilinmez, Atatürk erkek lisesinden Alsancak vapur iskelesine doğru yürürken önce Cumhuriyet kız meslek lisesinin önünden geçilir , sonra da doğum evinin önünden..


Önceki dönemlerde, yani erken evlenilen ve lise bitirdiğinde şimdiki Amerika dan çift anadal yapmış üniversite öğrencisi gibi hürmet görüldüğünden bu sırayı takip eden hayli öğrenci olurmuş.


Okul çıkışı , mecburen kızlarla beraber yürünülür, ilk flörtler , göz göze gelmeler başlar.. Daha iki sene önce koşa koşa gittiğin iskeleye bu sefer aheste aheste yürümeye başlarsın. Hele bir de aşık olmuşsan o bahar aylarında .. Nefret ettiğin Sur vapuruna ricacı olursun aman daha yavaş git de biraz daha birlikte olasın sevgilim demeye çekindiğin sevgilin ile..


Şimdi neredeyse 40 yıl sonra yine bir Cuma günü , yine bir kıç güvertede , zamanında çıksın diye günde iki defa tıraş ettiği , artık kırlaşmış sakalını sıvazlarken delikanlıya dönüp;


– Yuf olsun be .. her şey bu kadar çabuk mu olacaktı.. Nasıl da değişti her şey..


Genç olanın dalgalara takıldı gözü, sonra bir yudum daha aldı sıcak çaydan, Eski alışkanlık ne zaman vapurda ya da denizde olsun , çabuk bitmesin ve görülmesin diye avucunun içinde sakladığı cigaradan bir nefes daha çekti..


– Değişen ne varsa şeklen.. ama lezzetler aynı, hiç değişmediler, değişmeyecekler de .. sen böyle ufka bakarken bir şeyler içen kim bilir kaçıncı denizcisin. Bu da değişmez.


Bir süre konuşmadan seyre devam ettiler.. Şimdi artık yelken ile yol alıyorlardı. Koca şehir şimdi arkalarında kalmış, kendi dumanı ile kendisini boğup yavaş yavaş yok oluyordu.


adam hafifçe kafasını çevirip geç oğlana baktı. Tıraş olurken çenesini tahriş etmişti anlaşılan .. İçinden ne kadar da bana benziyor diye geçirdi. Konuşma sırası ondaydı.


– seninle daha çok görüşelim delikanlı. aslında ben yalnız seyir severim ama doğruya doğru senden hiç rahatsız olmadım.


-Delikanlı tam olur bey amca diyecekti ama diyemedi , adam hiçte yaşlı gibi durmuyordu. sadece gülümsemekle yetindi ..


İlerledikçe şehir arkalarında görünmez olmuştu.


Rüzgar, dalgalar, artık iyice alçalmış olan kış güneşi , adam ve içindeki çocuk hep beraber zamanın durduğu yerdeydiler.


Ersin Böke

HELESA YULESA HEYAMOLA YİSA YESA!


Bu haykırışlar, imece gerektiren işlerde gücü birleştirme güdüsüyle yapılan haykırışlardır. Geleneğinde komünal (birlikte üretim ve paylaşım) özellikleri olan Asya toplumlarına has, doğayla başa çıkabilmek için gücünü birleştirme gereği duyulan işler sırasında çıkartılan bu sesler bize dip kültürümüzden de ipuçları vermektedir.

Aynı haykırışları çocuk oyunlarında da görüyoruz, nedeni şudur; çocuklar, yetişkinlerin üretim sırasında yaptığı işlerin devinimlerini ve seslerini taklit ederek kendilerine oyun yaratırlar.

“Heyamo” haykırışları ülkemizde çoğunlukla Karadeniz’de görülür. Burada doğa şartları çetindir, acımasızdır; o nedenle insanlar tek başına üstesinden gelemeyeceği işleri imece ile yapmak zorundadır. Heyamo haykırışları bu işlere destek veren anlamlı-anlamsız sözcükler olarak üretilmiş olarak görünmektedir. Oysa zaman içerisinde kaybettiğimiz kimi sesler o haykırışlarda varlığını korumaktadır; dip kültürümüze inildikçe bu sözcüklerin anlamsız olmadıkları ortaya çıkar.
Bu sözcüklerde nefes desteği ve ritim grup enerjisinin bir noktaya yoğunlaşmasını sağlayan temel ögeler olarak görülür. Bu ritim, çok doğaldır ki dildeki ritimle, yani birlikte söylenen “Heyamol” sözcükleriyle birleşmezse grup beraberliği için gerekli olan işe asılma devinimindeki beraberliğe dönüşemezdi. Çünkü belirli hecelerde işe daha kuvvetli asılmayı sağlayan vurgular, bir çeşit gizli komutlar verir.

Yalnızca saptadığım bir ana ritmi burada belirtmeden geçemeyeceğim; heyamol haykırışları her yerde beş sekizlik aksak ritimde karşımıza çıkmaktadır.

1.Derelerin sellerle denize sürüklemiş olduğu, sahile vurmuş kütükleri kıyıya çekerken. (Rize, Pazar, Gündoğdu, Çayeli)

2.Dağdan ağaç kütüklerini indirirken. Kütüklerin kaydırılarak indirilmesi işi için açılan yolun adına “Helesa Yolu” denilmektedir. (Pazar, Hemşin)

3.Mavna ve büyük tekneleri kızaklar üzerinde kıyıya çekerken.

4.Balıkçı ağlarını çekerken. (Çok hazindir, artık tüm kıyı balıkçıları ağlarına takılan çöplerle savaşır hale gelmiş, kıyı balıkçılığı ölmektedir. )

5.Bayır düzlerine mısır ekerken, çapalarken, harman ederken.

İmeceyle yapılan bu işlerin dışında, kişi, bir işi omuzlarken “Bismillahirrahmanirrahim” der gibi, kendine güç toplamak için de “YESA” demektedir. Örneğin; çay sepetini omuzlarken, sırtına çimen/çalı yükü alırken, çaycı çay ocağından çay tepsisini kaldırırken (şaka olarak), vb. 
Giresun merkez köylerinde sıksaray horonu sırasında “ha uşak ha”, “helesa”, “heyyamola” gibi haykırışlar yapılmaktadır. 






http://www.muzikegitimcileri.net/forum/viewtopic.php?t=999  siteden alintidir

21 Kasım 2016 Pazartesi

İnebolu Çektirmesi

"İki ucu yay ortası ay gibi " tarif edilirmiş bir zamanlar. Benim ailemde de çok önemli bir yeri olan çektirmeler, Karadeniz Çektirmesi yada İnebolu Çektirmesi diye anılan teknelerdir. Benim gördüklerim 50-100 ton kapasitesi olan makine ve yelkenle yürütülan gemilerdi. Ama önceki dönemde yelken ve kürekle yürütüldükleri söylenir. Dedemin 30 tonluk çektirmesinde de makina yokmuş. Sandal önünde iki çifte kürekle limanlardan çıkarlarmış sonrasında yelkenler foraaaa.

Son dönemde İnebolu'da değerli Mustafa Abimiz hayalleri doğrultusunda  bir çektirme inşaa etti. Halen Aktif gezi teknesi olarak kullanmakta ve aslına uygun haldedir.


18 Kasım 2016 Cuma

"Denk Kayığı, Pereme Kütüğü yada İnebolu Kütüğü"




 "Denk Kayığı, Pereme Kütüğü yada İnebolu Kütüğü"






Son Denk Kayıkçısı ile çok küçük yaşlardan itibaren denize çıkma şansına sahip olan biri olarak ,dinlediklerimden ve araştırmalarımdan yola çıkarak kısaca "Denk Kayığı"ile ilgili bilgilerimi ve tarihteki rolünü paylaşmak istiyorum.
Kısaca bahsetmek gerekirse "Pereme Kütüğü" olarak ta nitelendirilen ve "önce kabuk" metoduyla üretilen kürek ve yelken ile yürütülen yöreye özgü bir yük kayığıdır. Liman olmadığı dönemlerde gemi boşaltma ve yüklemede kullanılırlarmış. Milli Mücadelede tüm cephane bu kayıklar ve kayıkçılar tarafından karaya çıkarılıp Anadolu'nun içlerine kağnılarla ulaştırılmıştır. Bu yüzden İnebolu Kayıkçılar Loncası'na da Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir. Bu Yüzden İlçeye de  "Kayıkla Kağnının Mucizeler Yarattığı Belde" denilmiştir.
İşte bu denk kayıklarından son birkaç tanesinin sahibi benim büyük dayım olurdu. Gerçek anlamda "Son Denk Kayıkçısı" rahmetlinin kendisi idi. Liman yapılmadan önce maden gemilerine kazanlarla kıyıdan her hava koşulunda aralıksız bakır madeni taşırmış.(Bakır ve pirit madeni Kastamonu'nun Küre İlçesinde çıkarılır ve İnebolu'dan deniz yoluyla sevk edilirdi.) Onunla denizciliğinin son zamanlarında, çok küçük yaşlarımdan itibaren denize çıkabilen son aile ferdi olma şansı da benim olmuştu.  

Denk Kayıklarının son örnekleri İstanbul'da Deniz Müzesinde ve İnebolu Belediyesinde  mevcuttur. İnebolu’dakilerden bir tanesi yüzer vaziyette olup hala 9 Haziran Kahramanlık günlerinde temsili olarak cephane taşımaktadır.Resimde görülen kayık yüzer halde olup; dümen palası, yekesi, kürekleri ve farş tahtaları hariç tamamen orjinaldir. 







17 Kasım 2016 Perşembe

HEYAMOLA








Bir hayalin,bir umudun türküsüdür, benim doğup büyüdüğüm yerde “Heyamola”. Ne zaman nerede bu denizci türküsünün sözlerini duysam yutkunurum, gözlerim dolar sessizce dünyadan koparım.İlkokul yıllarımdan beri tüm milli bayramlarda ve özel günlerde kasabamızda oynanan bu halk oyunu beni dünyadan kopartır ve derin denizlere götürür.Hatta bir dönem bu halk oyununda Leventlerden biri olarak görev almışlığım vardır okul yıllarımda. Hala videosunu bile izlesem duygulanırım. Hele birde hikayesi vardır ki Heyamola’nın, denizden gelen, denize dair, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman cesaretli, kimi zaman heyecanlı. Herşey vardır onda. İnanç,Duygu, düşünce,özlem, disiplin,itaat, çalışkanlık.İşte bu yüzden ,denizci dostlarım birlikte hayallerimizi , deneyimlerimizi paylaştığımız bu bloğumuzun adını“Heyamola”koydular. Kendilerine bu dünyadan göçmüş “İnebolu Kayıkçılarına” vekaleten teşekkürü bir borç biliyorum.

“Hadi Çek, Hadi Gayret, Kolay Gele İşte”Heyamola Yelesa”




Heyamola nedir? Ne demektir? Kısaca alıntılı bir şekilde anlatmaya çalışırsak;


Denizciliği ile ün kazanmış küçük bir Karadeniz Kasabası olan İnebolu ve İnebolu Kayıkçılarına ait bir marş ve halk oyunudur.Kelime anlamı olarak aslında çok kitabi bir anlam aramamak lazım gelse de, kayıkların insan gücü ile yürütüldüğü, karaya çekildiği yıllarda “ hadi çek, ha gayret,” gibi anlamlar ifade etmektedir. 


“Heyamola”, İnebolu Belediyesi’nin Web Sayfasında aşağıdaki şekilde çok güzel anlatılmaktadır.



(Denizcilik tarihimizde, İnebolu denizcilerinin ayrı bir yeri vardır. Heyamola sözünde Allah’ın adı ile işe koyulmuş, İnanış, güçbirliği, liderlik vasfı, özlem, birleşme ve dayanışma, bir bayrak altında toplanma, devlet saygınlığı kısacası Türk Denizciliğinin vasıflarını kendine toplayıp bu inanış içinde tabiat şartlarına göğüs gererek başarmayı hedeflemektedir. İşte bunun için; inanan kendine güven sağlayanların içinden önder bir reis ve reisin etrafında kenet olan güçlüler ve güçlülerin omuzlarında taşıyabileceği yine kenetlenmiş leventler.

Çok eski yıllarda İnebolu’dan Marmara’ya Ege’ye ve Akdeniz’e yelken açıp ticaretle uğraşmayı hedefleyen denizcilerimiz bu güçlü reisin komutasında yelkenli gemilerin Yarbaşı önünde bir mevsim boyu sürecek uzun bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Yükler ona göre bulunur. İhracat ürünleri elması, kestanesi, patatesi, yumurtası sandık sandık hazırdır. Gemi, ırgat hazır yükler gemiye yerleştirilmekte, yelkenler kurtulmakta, felenkler bağlanmakta,

Yalıda Mola Heyamo sesleri. Bu sesler reisin komutu levent tayfalarının beraberlik sesidir. Bu onların türküsü bu onların özlemi bu adeta denizciliğin marşı olmaktadır. Heyamola halk oyununun sözleri ve icrası şu şekildedir.”



Bismillahla başlayalım(Reis)

Helesa Yessa…(Söylenirken üst sıra çöküp kalkar)

Biz bu işi işleyelim(Reis)

Helesa Yessa...(Söylenirken üst sıra çöküp kalkar)

Bu yıl burada kışlayalım(Reis)

Helesa Yessa, Heyemola yessa yessa(Ekip Söylerken bütün kule döner)

Mola Heyyamo…(Reis)(Bu kısım 3 kez tekrarlanır)

Bir gemim var boyu uzun (Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Gider yazın, gelir güzün(Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Bu sefere yoktur sözüm(Reis)

Helesa Yessa, Heyemola yessa, yessa(Ekip)

Mola Heyyamo…(Reis)(Bu kısım 3 kez tekrarlanır)

Bir gemim var boyda bosta (Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Dip ambara koydum posta (Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Selam söylen eşe dosta(Reis)

Helesa Yessa, Heyemola yessa, yessa(Ekip)

Mola Heyyamo…(Reis)(Bu kısım 3 kez tekrarlanır)

Bir gemim var gayba bağlar (Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Gaybadan göründü dağlar(Reis)

Helesa Yessa…(Ekip)

Yari gördüm gönlüm ağlar(Reis)

Helesa Yessa, Heyemola yessa, yessa(Ekip)

Mola Heyyamo…(Reis)

Yamo Heyyamo , Yamo Heyyamo

(Grupça söylenirken dönmeye devam edilir.Dönüş devam ederken reis ve ekip birlikte söylerler)

Sarayburnu’ndan geçerken,

Helesa Yessa…

Al yeşil sancak çekerken

(Bu sırada reis elindeki flamanın yayını fırlatır,bayrak üst kuleyi geçer ve kulenin ortasından dalgalandırılır.)

Helesa Yessa…

(devam eder, dururlar.Sonra sağa doğru dönerler ve hep birlikte )

Yar doldurur biz içerken

Helesa Yessa, Heyamola yessa yessa…

(Döner söyler ve durur)

Mola…Heyyamo(Reis)

(Bu kısım reis ve grup tarafından 3 kez söylenir, sonra üst daire sabit dururken alt daire dizleri üzerinde çöküp kalkar ve 3 defa)

Helessa Sallim Yessa…

Helessa Sallim Yessa…

Helessa Sallim Yessa, yessa,yessa(denir) 




Kaynak: 

* Alıntı kısmı ve halk oyunu resmi İnebolu Belediyesi Web Sitesinden alıntıdır.